16 Nisan 2015 Perşembe

Bir TED Konferansı: Guy Winch, Psikolojik İlk Yardıma İhtiyaç Duymamızın Nedeni (Guy Winch: Why we all need to practice emotional first aid)

Bugün terapi_defteri'nde twitlenen çok başarılı bulduğum bir TED konferansından bahsetmek istiyorum. Guy Winch, 5  yaşındaki bir çocuğun bile fiziksel bir yaralanma durumunda bir yara bandı alıp yarasının üstüne yapıştırmayı bildiğini, ama aynı ilk yardımı/özeni psikolojik yaralanmalarımıza göstermediğimizi belirterek neden psikolojik yaralanmalarımız için de gerekli özeni göstermemiz gerektiği anlatıyor.

Konuşma İngilizce, ama interactive transcript ile konuşulanları yazılı olarak da okumak mümkün. Ayrıca, Guy Winch'in bir de bloğu var: The Squeaky Wheel 

Çok güzel ve faydalı bir konuşma olmuş. İngilizce bilenlerin mutlaka dinlemesi veya konuşma metnini okuması gerektiğini düşünüyorum. Konuşmaya bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz. 

Görüşmek üzere...


13 Nisan 2015 Pazartesi

Kanser

Geçen hafta Kanser Haftası çerçevesinde düzenlenen kanserle ilgili bir toplantıya katıldım. Ailemde kanser öyküsü olduğu için bu konuda çokça okurum, ama bilmediğim bir sürü şey varmış. 

Bilmediğim en önemli şey esasında kanserli hücrenin ne olduğu ve sağlıklı hücreden farkının ne olduğu imiş. Normalde sağlıklı her hücrenin bir ömrü var. Mesela sağlıklı bir hücrenin yaşamı süresince 70 kez bölünmesi gerekiyorsa, 70'inci bölünmeden sonra bu hücre ölüyormuş. Ancak, kanserli hücre ölmüyormuş ve devamlı bölünmeye devam ediyormuş. Bu nedenle, sağlıklı hücrelerin üstüne yayılarak onların işlevlerini yerine getirmelerini engelliyormuş.

Dünya'da halen en yaygın ölüm nedeni kalp rahatsızlıklarıymış. Kanser de ikinci yaygın ölüm nedeniymiş. Ancak, yakın gelecekte aradaki farkın kapanarak kanserin birinci sıraya yerleşeceği bekleniyormuş. 

Türkiye'de erkeklerde en yaygın kanser türü prostat, sonrasında akciğer ve mide gelirken, kadınlarda en yaygın kanser türü meme kanseri, sonrasında rahim ve mide geliyor. 

Kanserin en büyük iki nedeninden birincisi %25-%30 oranla sigara, diğeri %20-%25 oranla yeme alışkanlığımız imiş.  Genetik faktörlerin etkisi %5 civarındaymış.  

Dikkat edilmesi gereken en önemli şey, kanser yapıcı etkisi olan bir şeye ritmik olarak maruz kalmamak. Eğer ritmik olarak maruz kalınırsa vücutta oluşacak birikim nedeniyle kanserli hücrelerin oluşma ihtimali yüksekmiş. 

Eğer ailede kanser öyküsü varsa, bir kişi yakınının kansere yakalandığı yaştan 10 yıl öncesinde kanser taraması yaptırmaya başlamalı. Örneğin, annesi 50 yaşında rahim kanseri olan bir kadın 40 yaşında rahim kanseri için tarama yaptırmalı. 

Kolon kanseri de Türkiye'de oldukça yaygın. Bu nedenle 50 yaşında herkesin bir kez koloskopi yaptırması gerekiyor. Eğer bir kişinin bağırsağında adonim (polip) bulunmuşsa, ortalama olarak 3 yıl sonra adonimlerin kolon kanserine dönüşmesi bekleniyor.

Erkeklerde 80 yaşından sonra prostat kanserine yakalanma oranı %90 imiş. 

Mide kanserinin en yaygın olduğu ülkelerden birisi Japonya ve Japonların beslenme alışkanlığı nedeniyle mide kanserine yakalandıkları tespit edilmiş. Beslenmelerinde tuzlu ve tütsülenmiş gıdalar önemli bir yer tutuyor. Ülkemizde de tuz tüketimi oldukça yaygın. Yemeklerimizde kullandığımız tuz oranı yüksek ve salamura ürünleri çok tüketiyoruz. Buzdolabının keşfinden önce besinleri saklamak için tuz kullanmak çok yaygın olduğu için mide kanseri daha yaygınmış. Şimdi bu oran azalmış. Ama ülkemizde tuz tüketimi halen çok yüksek. 

Beslenmede dikkate etmemiz gereken ikinci önemli konu yanık besinler yememek. Yanmış et en çok maruz kaldığımız besinlerden bir tanesi. Bu nedenle eti pişirirken yakmadan pişirmeye özen göstermeliyiz. Sucuk, salam, sosis gibi işlem görmüş etlerden de uzak durmak gerekiyor. 

Bol posalı gıdaları tüketmeye özen göstermeliyiz. Bu nedenle meyve yerine daha çok sebze tüketmekte fayda var. 

Yine katkılı maddeli olan hazır gıdalardan mümkün olduğunca uzak durmalıyız. GDO'lu ürünlerin ise sağlığımıza etkisi şu an hiç belli olmadığından kesinlikle tüketmemeliyiz. 

Sebze ve meyveleri mevsiminde tüketmeliyiz. Mevsimi olmadığı zaman ister istemez kimyasallar işin içine giriyor.

Son olarak spor yapmalıyız. Spordan kasıt bir şekilde hareket etmeliyiz. Yine kansare çanak tutan obezite ile mücadelenin en etkin yönteminin hareket olduğunu unutmayalım.

Sağlıklı günler...








10 Nisan 2015 Cuma

Utanca Boğulmuş Yetişkinler

Geçen gün biri kadın diğeri erkek iki iş arkadaşımla ayaküstü işyerinde konuşurken konu konuyu açtı ve konu kadın doğurganlığına geldi. Erkek arkadaşım evli ama çocuksuz, kadın arkadaşım da benim gibi evli ve bir çocuklu. Konuştuklarımız genel hatlarıyla kadının en doğurgan olduğu dönemin 18-28 yaş arası olduğu, 35 yaştan sonra kadınların yumurta kalitesinin ciddi anlamda düşmeye başladığı ve bu yaştan sonra tüp bebek yöntemiyle bile hamile kalmanın zorluğu idi. Tam biz konuyu yeterince konuşmuş ve kapatmak üzereyken, bir evli ve iki çocuklu  başka bir kadın arkadaşımız sohbete dahil oldu. Ama ne dahil oluş! Birden sohbetinize kulak misafiri oldum, ne konuşuyorlar diye dinlemeye başladım diyerek bu konuyu neden erkek arkadaşımızla konuştuğumuzu anlayamadığını bizi ayıplayan ve hayret eden bakışlar eşliğinde bir çırpıda söyledi. Bizim tepkimiz ise, birbirimize utançla bakıp biz bu konuya nasıl geldik diye mırıldanmak ve çil yavrusu gibi dağılmak oldu. 

Sonradan bu konu üzerinde kafa yormaya başladım. Biz utanılacak ne tür bir sohbet yapmıştık? Erkek arkdaşım bu sohbetten rahatsız olduysa bir şekilde sohbetten uzaklaşmanın yolunu bulamaz mıydı? Ayrıca kadınlar ve erkekler bu konuları konuşamazlar mı? Kadınlar ve erkeklerin birlikte konuşabilecekleri konular hakkında bir liste mi vardı? Neden sohbeti sürdüren 3 yetişkin utançla dolmuştuk? İçimizden birimiz bile neden bu konuyu konuşamayacağımızı  sakince soramadı? Ben bu sorularla başbaşa kaldım. Aklıma sohbetlerinde Doğan Cüceloğlu'nun vurgu yaptığı "utanca boğulmuş çocuk" tanımlaması geldi. Utanca boğulmuş çocuk halimiz yetişkin bize eşlik ediyordu. Tamam bunu fark ettim de, esas konu benim bu çocuğu utanca boğulmaktan nasıl kurtaracağım.

Daha yolum/yolumuz maalesef uzun. Umarım çocuklarımız kendilik değerinin farkında olan sağlıklı bireyler olarak yaşarlar ve biz anneler bunun farkında oluruz...

6 Nisan 2015 Pazartesi

Ne Zaman ve Kime Göre Başarılıyız?

Ülkemizde olaylara ve kişilere çok başarı odaklı bakıyoruz. Karne notları, sınav puanları çok önemli. Halbuki süreç devamlı olarak göz ardı ediliyor. O yıl çocuğumuz çok çalışsa ve gayretli olsa da bu gayret bir şekilde karnesine yansımamışsa çocuğumuzu çoğu zaman takdir etmiyoruz. Mesela, senden daha yüksek not alan oldu mu diye sorabiliyoruz. 

Ne zaman ve kime göre başarılıyız? Tanıdığım iki arkadaşım var. Birisi üniversiteden mezun olur olmaz girdiği iş sınavlarında başarılı olarak kamuda iyi bir pozisyonda işe başladı ve 15 yıldır aynı pozisyonda. Diğer arkadaşım özel bir şirkette sıradan bir satış elemanı olarak işe başladı ve 15 yıl sonra gelecek vaad eden bir müdürlük pozisyonunda bulunuyor. Şimdi bu arkadaşlarımdan hangisi daha başarılı? Kamuda çalışan arkadaşım artık işinin kendisine bir şey katmadığını ve eve ekmek götürebilmek için mesaisine devam ettiğini söylüyor. İşini sevmiyor. Özel sektörde çalışan arkadaşım başladığı noktaya göre 15 yılda giderek daha başarılı bir grafik çiziyor ve başarısını da sürdüreceğe benziyor. Belki 15 yıl önce kamudaki arkadaşım daha başarılı gibi görünüyor, ama süreç içinde olduğu yerde sayıyor. Özel sektörde çalışan arkadaşım ise başlangıçta daha başarısız gibi görünüyor, ancak 15 yıl içinde kariyerinde devamlı olarak ilerleme kaydediyor ve muhtemelen şu an iş tatmini daha yüksek. Başka bir deyişle, şu an daha başarılı gibi gözüken kişi özel sektördeki arkadaşım. İşte, kimin daha başarılı olduğu aslında tamamiyle göreceli bir kavram ve kişiye göre değişiyor.

Bilerek ve isteyerek psikoloji okumak isteyen bir öğrenciyi ele alalım. Üniversite sınavında çok yüksek bir puan alamış ve özel bir üniversitede psikoloji okuyor olsun.  Psikoloji bölümü bu öğrencinin bilinçli olarak tercih ettiği ve okumak istediği bir bölüm. Çok muhtemek ki, bu öğrenci okuldayken de mezun olduktan sonra da kendini bu alanda şevkle geliştirecek ve çok iyi bir psikolog olacak. Şimdi daha yüksek bir puanla öğrenci alan üniversitede psikoloji okuyan, ancak ilgi alanı psikoloji olmayan bir öğrenciyi ele alalım. Yine çok muhtemel ki bu öğrenci ilgi alanı psikoloji olmadığı için kendini bu alanda yeterince geliştiremeyecek ve vasat bir psikolog olacak. Peki bu iki öğenciden hangisi daha başarılı? Sadece hangi üniversitede okuduklarına bakarsak daha yüksek puanla öğrenci alan üniversitede psikoloji okuyan öğrenciye belki  daha başarılı diyeceğiz. Ancak, mezuniyetten sonra hangisinin daha başarılı bir psikolog olduğuna bakarsak muhtemelen ilgi alanı psikoloji olan öğrenciyi daha başarılı addeceğiz. 

Son örnekle ne demek istediğim sanırım daha net anlaşıldı. Her şeyi çok kategorize ediyoruz. Hayatımızın belli bir anında çok başarılı hissederken belli bir anında başarısız hissedebiliriz. Ancak, hayat devam ediyor, süreç devam ediyor, bir başarısızlık sadece bir olaya özgü, bütün bir hayata özgü değil.

Çocuğunuzun karnesi iyi değilse ya da sınav sonucu iyi değilse, sadece o karne için ya da o sınav için başarılı olamadı diyebiliriz. Ama çocuğumuz karneye yansımamış, ancak farkında olmadığımız çok şey öğrenmiş olabilir. O yüzden sürece odaklanmak gerekiyor ve hayat devam ettiği sürece süreç de devam ediyor. 

Bu konuda A. Kadir  Özer'in "Var Olmak Cesaret İster" kitabını tavsiye ederim. Kadir Bey'in deyimiyle kendimize bir insan borsası içinde fiyat biçmekten artık vazgeçelim. 

Görüşmek üzere...








Success isn't always what you see

(Not: Yazımı yayımladıktan sonra twitter aracılığıyla takip ettiğim terapi_defteri'nde twitlenen bir karikatür anlatmak istediklerimi çok güzel özetlemiş, sizlerle paylaşayım istedim.)