28 Ocak 2015 Çarşamba

Üç Kitap Tavsiyesi - Sineklerin Tanrısı - Gergedanlar Krep Yemez - Köpekler Bale Yapmaz

Dün akşam filmini çok önceleri seyrettiğim bir kitabı okumayı bitirdim. Kitap bittiğinde bir süre etkisinden  kurtulamadım: William Golding'in Sineklerin Tanrısı (Lord of the Flies). Mina Urgan tarafından Türkçe'ye çevrilmiş ve İş Bankası Kültür Yayınları arasında yer alıyor. Mina Urgan'ın sonsözünü okuduktan sonra, edindiğim yeni bakış açısıyla bir kez daha okumaya karar verdim. Tabii ki bi süre geçtikten sonra. 1970'li yıllarda Türkiye'deki bazı okullarda İngilizce dersinde bu kitap okutulmuş. Daha lise yıllarında saatte 50 sayfa okuyabilmek gibi neredeyse insanüstü bir okuma hızına tanıklık ettiğim liseden bir arkadaşım bu kitabı ortaokul yıllarında 4-5 kez okuduğunu söylemişti, ilk okuduğunda yaşı biraz küçükmüş ve dehşete kapılmış. Hakikaten dehşete kapılınmayacak gibi değil. Ben bu yaşta dehşete kapıldım desem yeri. En uygar insanların bile bir gün karanlık yöne dönmeyeceğine dair tam bir güvence yok. Ama aydınlığa dair umut da her daim var. Mina Urgan'ın sonsözü olan bir kopyasının mutlaka kitaplığınızda yer almasını tavsiye ederim. Kitap bana bebeklerin davranış biçimlerine dair Facebook'ta yer alan çok güzel bir videoyu hatırlattı, bağlantısını aşağıda veriyorum. 

Diğer kitap tavsiyelerim Anne Kemp'e ait  Gergedanlar Krep Yemez ve Köpekler Bale Yapmaz  adlı resimli çocuk kitapları. Bir arkadaşımın dikkatimi çektiği kitapların ismi hem çok orjinal hem de çok şirin. İnsanda merak uyandırıyor. Kitapların çizimlerini de beğendim. Gergedanlar Krep Yemez kitabında anne ve babaların çocuklarının sözlerini dinliyormuş gibi yapmaları çaktırmadan eğlenceli bir şekilde hicvedilirken çocukların geniş hayal güçleri de vurgulanıyor.  Köpekler Bale Yapmaz kitabında ise anne ve babaların önyargıları yine çaktırılmadan hicvediliyor. Daha Sade Bir Hayat kitabını okumadan önce maalesef yanlış bir şekilde çok kısa bir süre içinde oğluma 10-15 tane yeni kitap sunmuştum, oğlum da o kitaplar arasından bu iki kitap ile Sakar Cadı serisinin belki de en eğlenceli kitaplarından birisi olan Sakar Cadı Vini kitabıyla ilgilenmişti. Gergedanlar Krep Yemez ve Köpekler Bale Yapmaz oğlumun şu an uyumadan önce okuttuğu favori kitaplarından.

İyi eğlenceler...


Ahlakın Evrimsel Kökenleri



27 Ocak 2015 Salı

Okul Öncesi Eğitim - Selçuk R. Şirin

Son dönemde takip ettiğim köşe yazarlarından bir tanesi Selçuk R. Şirin. Çok güzel yazıları ve yazılarında paylaştığı çok faydalı grafik ve tablolar var. Selçuk R. Şirin, okul öncesi eğitimin gerekliliğine ve önemine dair pekçok yazı yazıyor. Aşağıya alıntıladığım bölüm Birgün gazetesine verdiği bir ropörtajdan. Yazının tamamını bu bağlantıdan okuyabilirsiniz. Eğer çocuğunuzun geleceğine yatrım yapmak istiyorsanız, öncelikle okul öncesi eğitime yatırım yapın.

Yine okul öncesi dönemde imkanınız varsa, ikinci bir dil ile tanıştırın. Çocuğunuzun gelişimine çok büyük katkı sağlayacağınıza emin olabilirsiniz. 

Görüşmek üzere...

"Okul öncesi eğitime katılım oranının en düşük olduğu ülke Türkiye. Bunun nasıl sonuçları olur?
Dünyada eğitimle ilgili araştırmalardan çıkan en somut sonuçlardan birine dayanarak, eğer 1 liranız varsa, bunu nereye yatırmanız lazım, sorusunun cevabını biliyoruz artık: Okul öncesi eğitim. Oraya yatırdığınız her bir dolar yedi dolar olarak geri geliyor. Bu veri Nobel ekonomi ödülü alan çalışmadandır. Çocuğun beyni en hızlı okul öncesi eğitim döneminde değişir, gelişir. O dönemde çocuğa ne kadar uyarıcı verirseniz o kadar faydası var. Bunun da çok çocuklu, eğitim kaynaklarının sınırlı olduğu, televizyondan başka eğlencenin olmadığı ortamlarda verilmesi mümkün değil. Türkiye’deki durum bu. Türkiye’nin en çok ihtiyaç duyduğu eğitim alanlardan biri okul öncesi. Ama katılım yüzde 30 seviyesinde. Avrupa’nın hiçbir ülkesinde yüzde 80’in altında değil bu, çoğu yüzde 95-100 seviyesinde. Türkiye’de kaliteli okul öncesi eğitim çok sınırlı. Gelir ve eğitim seviyesi yüksek aileler yararlanıyor, asıl yararlanması gereken kesim de maalesef yararlanamıyor. Ya kurum yok ya da varsa çok pahalı."

23 Ocak 2015 Cuma

Ek (Katı) Gıdaya Geçiş

Bazı anneler ek gıdaya geçmek konusunda sabırsızlanır. Ben ilk ayki emzirme güçlüğü sonrasında emzirmenin konforunu yaşamaya başlayınca ek gıdaya geçmek konusunda isteksizdim. Çevremdekilerden bebekleri 3 aylıkken ek gıdaya başladıkları, ne yedilerse en azından onun suyunu verdikleri gibi öyküleri ve yazın sıcaklarda su verilmesi gerekir gibi tavsiyeleri bol bol dinledim. Eğer ilk 6 ay bebeğinize sadece anne sütü veriyorsanız su vermenize gerek yok. Anne sütü bebeğin su dahil her türlü ihtiyacını karşılamak üzere dizayn edilmiştir. Dediğim gibi ek gıdaya başlamak konusunda hevesli olmadığımdan oğluma ilk sebze püresini 6,5 aylıkken verdim.

  • İlk bir yıl halen ana besin kaynağı anne sütü olması gerekirken, bizde ilk bir yılda ek gıdalar ana besin kaynağı, anne sütü de tamamlayıcı gibi kullanılır. Genellikle doktorlar da bu şekilde yönlendirir. Ek gıdalara başlamanın nedeni, çocuğun başka besin kaynaklarına alışmasını sağlamak ve anne sütü emerken alerji ve çölyak hastalığı riski daha az olacağı için bebeği bu tür risklerden korumaktır. 
  • Dünya’daki WHO, UNICEF, AAP, ESPGAN gibi kuruluşlar öncelikli olarak verilmesi gereken besinler konusunda bir belirleme yapmamışlardı. Daha çok hangi besinleri hangi aylardan önce vermek sakıncalı veya hangi besinler alerjik gibi bilgilendirmeler yapmaktadırlar. Carlos González’e ait “Çocuğum Yemek Yemiyor” kitabında bu konuda ayrıntılı bilgiler verilmiş. 
  • Ek gıdaya başlamak için ilk olarak bebeğinizin belli bir fiziksel olgunlukta olması gerekiyor. Yardım olmaksızın oturabilmeli. Ben ek gıdaya başladığımda oğlum desteksiz oturamıyordu. Bu nedenle hilal şeklindeki emzirme yastıklarına ya da mama sandalyesine oturtup yedirdim. 
  • Bebeğinizin kaşıkla yemeye hazır olması gerekir. Bu ne demek? Kaşığı diliyle itmesine neden olan reflekslerinin sona ermiş olması gerekiyor. Aksi halde, kaşığı diliyle itecektir. 
  • Bebeğiniz, 4-6 ay arasında siz yemek yerken o da sizi ilgiyle seyrediyorsa, hatta yutkunuyorsa, siz kaşığı uzattığınızda ağzını açıyorsa yemek yemeye ilgi gösteriyordur ve ek gıdaya hazır demektir. 
  • Açlığını ve tokluğunu ifade edebiliyor olmalı. Yani karnı tok olduğunda veya yemek istemediğinde başını başka tarafa çeviriyorsa veya aç olduğunda ağzını açıp öne doğru hamle yapıyorsa açlığını ve tokluğunu ifade edebiliyordur. 
  • İlk denemelerde miktar 2-3 çay kaşığı kadar olmalı. Çocuğunuz yemek istemiyorsa asla ısrar etmeyin. Yani teklif var ısrar yok! Hemen yemek yedirmeyi bırakın. Tekrar hatırlatayım ilk bir yıl halen ana besin kaynağı anne sütü olmalıdır. Amaç daha çok tatlara alışmasını ve ihtiyacı varsa ek enerji kaynağı sağlamaktır. 
  • Bebeğinizin yeterince anne sütünü de almasını sağlamak bakımından emzirdikten en az 45 dakika sonra ek gıda verin. Ayrıca, aç olursa zaten emmek isteyecek ek gıdayı denemeyecektir. Emzirdikten hemen sonra yedirmek de karnı tok olduğu için mümkün olmayacaktır. 
  • Alerjik besinlerin geç verilmesinin tercih edilmesinin nedeni, ne kadar erken verilirse alerji geliştirme ihtimali o kadar yüksek olduğu içindir. Ailenizden birisinin alerjik olduğu besini ilk bir yıl vermeyin.  
  • Katkı maddeli besinleri tercih etmeyin. Mevsime uygun doğal ve taze ürünler seçin. 
  • İlk bir yıl kesinlikle tuz ve şeker kullanmayın. Tuzdan ilk iki yıl, şekerden de mümkün olduğunca uzak durulmasında fayda var. Ben halen tuz atmadan önce oğlumun yiyeceğini ayırıyorum. 
  • İlk kez denenecek sebze ve meyveler en az bir hafta arayla denenmeli ki, alerjik reaksiyon olması durumunda hangi besinin neden olduğu kolayca anlaşılsın. 
  • Bebeğinizin ne yediğini günlük yerine haftalık takip edin. 
  • Her bir ürün grubundan çeşit çeşit yedirmeniz gerekmez. Birinci grup, süt ürünlerinden oluşur. İkinci grup et, yumurta, kurubaklagil ve yağlı tohumlardan oluşur. Üçüncü grup sebze ve meyvelerden oluşur. Bu grupların hepsinden tüketsin, ama her gruptaki besinlerden çocuğunuz hangisini seviyorsa onu yesin. Kurufasülye yiyor, nohut yemiyorsa sorun etmeyin. Sebze ve meyvelerin beyaz, turuncu, yeşil, mor gibi farklı renklerini tüketmesini sağlayın. Örneğin, havuç turuncu, bezelye yeşil, karnabahar beyaz renkli gruba girer. Bu konuda www.beslenme.gov.tr iyi bir kaynak. Yine yeterli ve dengeli beslenme kısmında pişirme yöntemleri hakkında da bilgi veriliyor. Sebzeleri önce yıkayıp sonra doğrayın. Bakıcılar bu kısmı ihmal edebiliyor. 
  • Ek gıdalar blendırdan geçirilerek değil, çatalla ezilerek bebeğe sunulur. İlk zaman çok az bir su ile sulandırmak yutmayı kolaylaştıracaktır. Yine zeytinyağı koymak kaloriyi artıracaktır. Yağlar konusunda zeytinyağı ilk tercihiniz olsun. 
  • Sebzeleri buharda pişirme yöntemini tercih edin. Hem daha çabuk pişiyorlar hem de vitamin kaybı daha az oluyor. İllaki buharda pişirmek için özel tencereler almak gerekmiyor. Pekçok zücaciyede ve markette bulunan delikli çelik bir aparat kullanarak herhangi sıradan tencere ile sebzeleri buharda pişirmek mümkün. Ben bu aparat ile pişirdim. Çok kullanışlı. Bir yaşından sonra bebeğiniz için ayrı yemek pişirmeyi bırakabilir, yemeğe tuz atmadan çocuğunuz için gerekli miktarı ayırabilirsiniz. 
  • Çoğunluğu sudan oluşan çorbalar yerine sebze pürelerini tercih edin. Zira midesi çok küçük olduğu için 2 kaşık çoğunluğu su olan çorba yerine 1 kaşık sebze püresi çocuğun çok daha fazla vitamin almasını sağlar. 
  • Genellikle doktorlar sebze püresi, meyve püresi veya yoğurt seçeneklerinden birisi ile ek gıdaya başlanmasını tavsiye ederler. İlk olarak da meyve püreleri tanıtılır. Aslında ilk olarak sebze püresinden başlamak daha doğru olacaktır. Bebekler meyve pürelerini daha iştahlı yemektedirler. Bu nedenle ilk bir hafta sadece sebze püreleri verin. Daha sonra meyve pürelerini ekleyin. 
  • İlk denenecek sebze püreleri mevsime uygun sebzelerden seçilmeli. İlk püre patates ve havuçtan oluşabilir. Sonra sırasıyla mevsim sebzeleri denenebilir. Ben kış olduğu ve gaz sorunumuz pek olmadığı için karnabahar, brokoli ile yazdan dondurduğum bezelye ve taze fasulye ile başlamıştım. Bu sebzelere de sadece havuç ilave etmiştim. Biraz da ince bulgur koyuyordum. Böylece sebze pürelerim genellikle üçten fazla besin içermiyordu. Fazla çeşit hem alerjik sebzeyi belirlemekte hem de tatların farklarının anlaşılmasında güçlük yaratıyor. 
  • Sebze pürelerinin içine ince bulgur veya pirinç ilave edebilirsiniz. Ancak buğday, yulaf, çavdar ve arpa gibi glüten içeren tahılların başlangıçta çok az miktarda verilmesi gerekiyor. Çünkü, çok fazla verilmesi çölyak hastalığı nöbetlerinr neden olabiliyormuş. Pirinç glüten içermiyor, ama buğday kadar faydalı değil. 
  • Ispanak, pancar gibi nitrat değeri yüksek ürünleri onuncu aydan önce yedirmeyin. 
  • Patlıcan ve baklayı 1 yaşından önce vermeyin. 
  • İlk meyve püreleri için elma, armut ve muz gibi meyveleri tercih edin. Meyveleri rendelerken cam rende kullanın. Muz kabızlığa yol açabilir. Kivi ve turunçgiller gibi meyvelere dokuzuncu aydan sonra başlamak öneriliyor. Yine çilek alerjik bir meyvedir. Çok bilinen bir turunçgil olarak portakal da alerjiktir. O yüzden başka sebze ve meyveleri tatlandırıcı olarak portakal suyu kullanmayın. Domates de aslında bir meyvedir ve alerjiktir. 
  • Sekizinci aydan itibaren kırmızı et ek gıdalar arasında yerini almalıdır. Kasapta 2 veya 3 kez çektirerek bebek tarafından yenilmesini kolaylaştırabilirsiniz. Demir bakımından zengin bir besindir. 
  • Yoğurt ülkemizde bebeğe ilk tattırılan besinlerdendir. İnek sütü alerjik olduğundan bir yaşından sonra çocuklara verilmesi öneriliyor. Sadece inek sütü alerjisi teşhisi konulunca bebeğe sütten yapılan yoğurt, peynir gibi diğer ürünler de ilk bir yıl, daha doğrusu alerji geçinceye kadar yedirilmiyor. Bebek anne sütü alıyorsa, anne de süt ve süt ürünlerini alerji geçinceye veya bebeği sütten kesinceye kadar yemiyor. Carlos González, aynı şekilde yoğurt, peynir gibi süt ürünlerinin de çocuğa inek sütü gibi bir yaşından sonra verilmesini öneriyor. Ben de oğluma yoğurt vermeye yedinci ayın içinde başladım. O zaman böyle bir bilgiye sahip değildim. Bilseydim ne yapardım çok emin değilim. Ama şu anki düşüncem yedinci ay yerine belki dokuzuncu ay gibi biraz daha geç bir zamanda yoğurt ve peynire başlamak, ama bir yaşından sonra değil. Zira bir yaşından sonra çocuklarda Carlos González’in de bahsettiği genel bir iştahsızlık oluyor. O dönemde yoğurda alıştırmak daha zor olabilir. Ayrıca, yoğurdu başka ürünlerle karıştırıp vermeyin. Yoğurdu sade olarak verin, yoksa yoğurdun tadına alışmayacaktır. Yemiyorsa ısrar etmeyin, ama denemeye devam edin. Oğlum yoğurdu ilk bir iki hafta iştahla yerken, sonraki 1 ay yemek istemedi. Israr etmedim, ama her gün denemeye devam ettim. Daha sonra alıştı. Şimdi herhangi bir problemimiz yok. 
  • Bir yaşından önce bal, inek sütü, yumurta akı gibi bazı alerjik besinlerin verilmesi kesinlikle önerilmez. Carlos González, yumurtanın sarısının da bir yaşından sonra verilmesini öneriyor. Belirttiğine göre, haşlanırken yumurtanın beyazındaki maddeler sarısına karışıyormuş. Mesela balık da alerjik bir yiyecek olmasına ve bir yaşından sonra başlanılması önerilmesine rağmen, doktorumun önerisiyle ben 9. ayda somon balığı yedirmeye başladım. Alerjik bir reaksiyon gelişmedi çok şükür. Ama bazen risk almak gereksiz olabilir. Norveç Astım ve Alerji Derneği tarafından hazırlanan gıda alerjisine ilişkin Türkçe bir kitapçık var. Hangi besinlerin alerjik olduğunu göstermesi bakımından okumakta fayda var diye düşünüyorum. Bu bağlantıdan ulaşılabilir. 
  • Devam sütünü tavsiye etmiyorum. 


Sağlıcakla kalın...



22 Ocak 2015 Perşembe

Çocuklarla Konuşurken Eylem Dili Kullanmak, Davranışa Odaklanmak Gerekiyor

Adem Güneş, takip ettiğim yazarlardan bir tanesidir. Kitaplarının hemen hepsini okudum. Aksiyon'daki yazılarına da ara ara bakıyorum. Bu aralar okulda eğitim nasıl olmalı konusunda yazıyor. Aksiyon'da yer alan Edinerek Öğrenmede Eylem Dili Kullanmak başlıklı yazısında çocukla nasıl konuşmak gerektiği konusunu örnek vererek anlatmış. Son dönemde insanlarla iletişimde "sen dili" yerine "ben dili"nin kullanılması tavsiye ediliyor. Bir davranış karşında "sen yanlış yapıyorsun" yerine ne hissettiğimizi, mesela "üzüldüm" dememiz gerektiği ve bu dilin kişinin bizimle empati kurmasını kolaylaştıracağı belirtiliyor. Ancak, Adem Güneş çocukla konuşurken "sen dili"nin çocukta suçluluk duygusu yarattığını, "ben dili"nin ise çocuğun kendisi gibi olmak yerine ben dilini kullanan yetişkin gibi olmaya çalışmasına, yani başkalarına göre hareket etmesine neden olacağını belirtiyor. Bu nedenle, çocukla konuşurken çocuğun yaptığı davranışa odaklanmalıyız. "Bu davranış doğru değil" demeliyiz.

Bu konuda  okuduğum en iyi kitap A. Kadir Özer'in Serap Özer ile birlikte yazdığı "Çocuklar Bizden Biz Çocuklardan Öğrenirken" kitabıdır. Çocukla konuşurken, çocuğun doğrudan şahsına yönelik sözler yerine davranışa odaklanan sözlerin kullanılması gerektiğini ifade ediyor. İnce bir kitap, ancak başlangıç bölümü çok akıcı olmayabilir. Her cümleyi iyice anlayarak okumak gerekiyor. Sonra giderek akıcılaşıyor. Ama benim çok faydalandığım bir kitap oldu. Bu kitabı okuduğumdan beri oğlumla konuşurken bol bol "Bu hiç hoş bir davranış değil" diyorum. O da bir daha yapıyor, bakalım aynı fikirde miyim diye test ediyor :) 

Görüşmek üzere...

20 Ocak 2015 Salı

İki Yaş Sendromu - Terrible Two

Çocuklar iki yaşına geldiklerinde yavaş yavaş kendilerinin ayrı bir birey olduğunu fark ederler. O nedenle birçok şeyi kendileri yapmak isterler, sizin istediğinizin tersini yapmak isterler, kısacası kendi kişiliklerini ortaya koymak isterler. Şöyle bir kendimi yokladığımda, bu iki yaş sendromu da ne menem bir şeymiş, hayatımız alt üst oldu gibi bir duygum yok. Beni fazladan uğraştıran bir süreçle karşı karşıya kalmadım. 

Çocuk yetiştirirken dikkat edilmesi gereken nokta, çocuğun gelişim aşamalarının farkında olmak. Ben yavaş yavaş bazı şeyleri kendisinin yapmak istediğini fark ettiğimde sürecin başladığını anladım. Çocuğun neyi neden yaptığını anladığınızda tolerans seviyeniz de yükseliyor. Kızgınlıktan çok, içinizde anlayış ve çocuğunuzun büyüdüne  tanıklık etmenin heyecanı oluyor. Çocuğun karakteri de süreci etkiliyor. Oğlum genel olarak sakin bir çocuktur ve iyi konuşabildiği için kendini iyi ifade ediyor. Belki de bu yüzden de biz çok ağır geçirmiyoruz. Oğlum bir keresinde elma istedi, ama ben alacam dedi. Babası kendisinin almak istediğini duymadığı için elma getirmek üzere mutfağa yönelince tepinmeye başladı. "Ben alacaktım" diye ağladı. O tepinirken ikimiz de gülmemek için kendimizi zor tuttuk. İki yaş sendromu denince ben bu sahneyi hatırlıyorum. Ondan sonra daha dikkatli davrandık. Kapıyı o açmak istiyorsa o açtı, gerekirse dışarı çıkıp kapıyı kapattık ve o kendisi açtı. Mümkün mertebe kendi başına yapmak istediklerine izin verdik. Ama tehlikeli olan isteklerine net bir şekilde hayır dedik ve neden tehlikeli olduğunu anlatmaya çalıştık. Tepinmeye başladığı zaman sakin kalın, izin verirse sarılın, vermezse yanında kalın. Bir süre tepindikten sonra süreci unutup gidiyor. Çocukların ağlamalarına da izin vermek gerekiyor. İçlerinde biriktirdikleri stresi bu yolla atıp rahatlıyorlar. Sonuçta, kendisinin bir birey olduğunu, farklı isteklerinin olabileceğini bize anlatmaya çalışıyor. O yüzden anlayışlı olmak gerekiyor. Kimi zaman evimiz dağılıyor. Çocuğumuz elindeki işi yapmayı bitirdiğinde evimizin dağınıklığını toplamak çok kolay. Ama dağıtmasına izin vermediğimiz durumda gösterdiği tepki nedeniyle yaşadığımız duygusal stresi atlatmamız çok daha zor oluyor. Öğrenme sürecinde olduğunu bilerek izin vermek gerekiyor. Yeni silinmiş bir evi o da sizin gibi silmek isteyebilir. Viledayı sizin kadar iyi sıkamadan yerleri silmeye kalkıp her yeri ıslatabilir. Ama o esnada bizim farkında olmadığımız becerilerini geliştirmekle meşgul. Bırakın biraz dağıtsın.

Geçen ay bir anda uyumak istemiyorum, bezimi değiştirmek istemiyorum, hatta pişen yemekleri yemek istemiyorum diye tutturmaya başladı. Tuvalet eğitimini henüz vermedik. Hazır görünmüyor. Bezini değiştirtmek istemediğinde ben pişik olacak korkusu yaşıyordum, ama yine de "Sen bezini değiştirmeye hazır olunca değiştiririm." deyip bir süre kendi haline bıraktım. Bir süre sonra "Bezini değiştirmeye ne zaman hazır olursun?" diye soruyordum. Yanıt vermezse elinde meşgul olduğu şey her ne ise mesela kitap okuyorsak onu işaret edip "Kitabını okuduktan sonra değiştirelim mi?" diye soruyordum. Genellikle "Tamam" diyordu. Kitap bittikten sonra verdiği sözü hatırlatıp onu hafiften zorlayarak bezini değiştirmeye götürüyordum. O zaman fazla itiraz etmiyordu. Hem onun isteğine saygı gösterip onu hemen bez değiştirmeye zorlamamış hem de bez değiştirme işine alışmasını sağlamış oldum. Bu süre genellikle 1 saatten az olmuyordu. Sanki her şey onun kontrolünde gibi hissetmesini sağlamaya çalıştım. Bir iki hafta bu konuda direttikten sonra şiddetli itirazları sona erdi. Şimdi itirazsız değiştirtiyor. 

İki yaş sendromu öyle gözünüzde büyütülecek bir süreç değil, yeter ki anlayış gösterin, çocuğunuzun gözünden bakabilin. Çevresindeki yetişkinlerin yaptıklarını kendi istediği zaman ve şekilde yapmak istiyor. Kendisinin isteklerine saygı gösterilmesini istiyor. Bir çocuktan ziyade "küçük bir insan" olarak dikkate alırsak bu süreci daha kolay atlatırız diye düşünüyorum.

Sağlıcakla kalın...





14 Ocak 2015 Çarşamba

Bebeklerde Yüksek Ateş, Havale ve Yapılması Gerekenler

Annelerin en büyük korkularından bir tanesi çocuğunun hastalanması, özellikle de ateşlenmesi. Ateşlenme aklımıza hemen havaleyi getirir. Bu nedenle çoğu zaman risk almayıp aşı olduğunda bile ateş düşürücü verenler olur. Ancak, her ilaç içinde bir risk taşır, bu nedenle gerekli olmadıkça kullanılmamalı, yani beklenen faydası olası yan etkilerinden fazla olduğu düşünüldüğünde ilaç kullanılmalı. 
Ateş, henüz bağışıklık sistemi gelişmemiş bebekler için en etkili savunma mekanizmasıdır. Bu nedenle ateşi çıktığında paniklemeyin. Bebekler 40 derece ateşe dayanıklıdırlar. Oğlum 1 yaşındayken Altıncı Hastalık denilen yüksek ateş yapan, etkileri 3-4 gün süren ve vücutta görülen döküntülerle hastalığın sona erdiği anlaşılan virütik bir hastalığa yakanlanmıştı. Ateşinin 1-2 dakika içinde 40,8 dereceye yükseldiğini gördüm. Bir çocuğun ateş nedeniyle havale geçirmesinde genetik bir yatkınlık olması gerekiyor. Aile öyküsünde havale olanlar bu anlamda dikkatli olmalı. Genetik bir yatkınlık varsa 38 derece ateşte bile havale geçirilebilirmiş. 

Bebeğinizin ateşi 38-38,5 derece arasında ise ilk olarak bebeğinizi soyun. Bezi dışındaki tüm giysilerini çıkarın. Ateşi varken bebeğiniz üşütmez. Ateş yükselmeye devam ediyorsa banyo yaptığınız su sıcaklığından çok az daha soğuk bir suda duş aldırın. Başını da yıkayın. Islak bez veya sirkeli bez koymak duş kadar etkili değildir. Hem çocuklar da bez konulmasına direnebiliyorlar. Duşa rağmen ateş halen düşme eğilimine girmemiş ve 38,5 derecenin üstünde ise ateş düşürücü ilaç kullanabilirsiniz. 

Ateş düşürücü ilaçlar iki gruba ayrılır. Calpol gibi bir grup ateş düşürücü şurupta parasetamol bulunur. İbufen gibi diğer bir grup ateş düşürücü şurupta da ibuprofen bulunur. Doktorların tavsiyesine göre, devam eden yüksek ateş halinde bu iki grup ateş düşürücü şurup en az 3 saat arayla ve dönüşümlü olarak kullanılmalı. Tecrübelerime göre ibuprofen içerikli şuruplar ateşi daha hızlı düşürüyor. Oğlumun ateşi 41 dereceyi bulduğunda, ateşi 39,5 iken sıra parasetamol içeren ateş düşürücüde olduğu için calpol vermiş ve hemen arkasından duş aldırmıştım. Çıplak bir halde biraz meme emip uyudu. Uyuduktan sonra ateşini ölçtüğümde halen 39,5 idi. 2-3 dakika oyalandıktan sonra tekrar ölçtüğümde ateşi 40.8 idi. Ondan sonra hemen duşa soktum ve 3 saat boyunca her 15 dakikada bir duş aldırmak zorunda kaldım. 3 saat dolar dolmaz ibuprofen içerikli bir ateş düşürücü verdim ve ondan sonra ateş düşme eğilimine girdi. 

Ateş durumunda sakinliğinizi koruyun. Sık sık ateşini ölçün, ateş 37'nin altına düşünceye kadar çocuğunuza hiçbir şey giydirmeyin. Ben oğlumun ateşini Braun marka bir ateş ölçer ile kulaktan ölçüyorum. En sağlıklı ölçümü kulaktan ölçme veriyor diye biliyorum. 

Sağlıcakla kalın...


BİM'de Satılan Çocuk Oyuncakları

BİM marketler zincirinde her cuma aktüel ürünler başlığı altında o haftaya özel ve promosyonlu ürünler satışa çıkıyor. Her hafta mutlaka bir veya iki  oyuncak da bu aktüel ürünler arasında yer alıyor. Genellikle normal fiyatlarına oranla çok ucuza satılıyor. 

16. Ocak'ta Neva Toys'un Lata markalı 55 parçalık ahşap blokları 14,5 TL'den satışa sunuluyor. Biraz citiblocsları andırıyor. Tavsiye ederim.


12 Ocak 2015 Pazartesi

Daha Sade Bir Hayat - Daha Az Sayıda Oyuncak (Kim John Payne ve Lisa M. Ross)

Bu aralar bir kitabı okurken başka bir kitap okumaya başlayıveriyorum. "Başlayıveriyorum" ilginç bir fiil oldu. Bloğumun ilk yazılarından birisi Naomi Aldort'un "Çocuğunuzla Birlikte Büyümek" kitabıyla ilgiliydi. Bu kitabı ikinci kez okuyup bir özet geçmek istiyordum. Sonra birden Gonzalez'in "Çocuğum Yemek Yemiyor" kitabı ilgimi çekti ve hemen bir solukta okudum. Bu kitaptan sonra Sears çiftinin "Doğal Ebeveynlik" kitabına başladım. Ancak, daha çok hamile ve küçük bebeği olanların okuyup faydalanabileceği bir kitap, zira güvenli bağlanmanın nasıl gerçekleşeceği konusunda yazılmış. Ben ve oğlum bu dönemi büyük ölçüde geçirdik. Bu kitabı da yarım bırakıp, ilgimi çeken başka bir kitaba başladım: Kim John Payne ve Lisa M. Ross tarafından yazılmış "Daha Sade Bir Hayat" kitabı. 

Kim John Payne, biri Cakarta'da, diğeri Kamboçya-Tayland sınırındaki mülteci kamplarındaki çocuklarla çalışmış. Bu çocuklarda travma sonrası stres bozukluğu görülüyormuş. Zira, hayatlarında sıkıntı, hastalık, korku ve tehlike vardı. Bu görevlerinden sonra İngiltere'de Waldorf eğitim kurumlarında öğretmenlik ve danışmanlık yapmış. Londra'nın batısında bir okulda çalışıyormuş. Bu okulda danışmanlık yaptığı pekçok çocukta aşırı kontrollü bir yaşam, birkaç çeşit yiyecek dışında hiçbir şey yememe, gece yarılarına kadar uyumama, çabucak öfkelenme, yeni durumlara karşı çekingen davranma gibi durumları gözlemlemiş. Daha sonraları fark etmiş ki, Londra'daki bu çocuklara uyguladığı tedavi ile Asya'daki mülteci kamplarındaki çocuklara uyguladığı tedavi aynı imiş. Yani, Londra'da yaşayan çocuklarda da travma sonrası stres bozukluğu belirtileri varmış. He iki durumda da çocukluk döneminin kutsallığının ihlal edildiğini anlamış. Bu ne demek? Anne ve babalarının korkularına, güdülerine, tutkularına ve hızlı yaşamlarına maruz kalan çocuklar, pek de işe yaramayan bir takım davranışlarla bir güvenlik seviyesi ve sınır yaratmaya çalışıyorlarmış. Bir çocuk belirli bir sıklıkla yaşadığı küçük stresleri biriktiriyor. Devamlı olarak bu küçük streslere maruz kalınca çocuklarda travma sonrası stres bozukluğu davranışlarına benzer davranışlar görülebiliyor.

Kitapta bu yüzden daha sade bir yaşam öneriliyor. Çevre, ritim, zaman programı ve yetişkin dünyasını filtrelemek sadeleştirmenin aşamaları. Çevre aşamasında yapılması kolay ilk sadeleştirme işlemi de çocukların sahip oldukları oyuncakların ve kitapların sayısını azalmak olarak gösterilmiş. Çok oyuncak çok fazla seçenek demek. Çok fazla oyuncak veya kitap seçeneği çocuklarda strese ve dikkat dağınıklığına yol açabilir. O yüzden çocuk çok fazla seçenekle karşı karşıya kalmamalı. Ayrıca, bir oyuncak dağı karşısında çocuk, elindekinin değerini bilmez. Her zaman elde edilmesi zor şeylerin peşinde koşar ve daha fazla ister. Özellikle televizyon aracılığıyla çocuklara ulaşan reklamlar, "Mutluluk satın alınabilir" ve "Dünyanın merkezinde sen varsın" mesajları vererek daha fazla oyuncak alınması için çocukların anne ve babalarına baskı yapmasına sebep oluyor ve pek çok gereksiz oyuncak alınıyor. Bir çocuğun çok fazla oyuncağı olduğunda bir oyuncağa gösterebileceği ilgi azalır. Oyuncak fazlalığı, çocuğun yaratıcılığını tetikleyen can sıkıntısından mahrum kalmasına neden olur. Yapacak bir şeyin olmaması genellikle çocukların yaratıcılıklarını geliştirmelerine sebep olur. Sonuç olarak ne kadar az oyuncak o kadar fazla yaratıcılık demek. 

Oyuncakları sadeleştirme işini çocuk evde yokken ya da uyurken yapmak daha kolaydır. Tek parça oyuncaklar ve çok fonksiyonlu pilli oyuncaklar mutlaka elenmesi gereken  oyuncaklardır. Zaten bu tür oyuncaklar ya unutulur ya da çabuk kırılır. Bir çocuk bir oyuncağa duygusal anlamda ne kadar az yatırım yaparsa o oyuncak o kadar fazla zarar görür. Çocukların hayal kurmalarını, harekete geçmelerini ve tasarlamalarını sağlayan şey esnekliktir. Bu esnekliği de taş, sopa gibi basit oyuncaklar sağlar. Oyuncak ne kadar basitse çocuk da kendini o oyuncağa o kadar kaptırır. Kaliteli ve doğal malzemeden yapılan oyuncaklar çocuğu keşfe davet eder. 

Çocukların kitaplarının sayısı bir düzineyi geçmese iyi olur. Oyuncaklar için de bir sayı vermek gerekirse 10 iyi bir rakam. 

Çocuğunuzun oyuncaklarının bir kısmını tamamen elden çıkarın. Saklamaya değecek oyuncakların bir kısmını ulaşılabilir bir depoya kaldırın, ama gözönünde olmasın. Ileride oynaması için tekrar çocuğunuzun odasına koyabilirsiniz, ancak bir başka oyuncağı kaldırmak veya geçici bir süre olması şartıyla. 

Çocuklar oyun oynamak için çok fazla oyuncağa veya belirli bir oyuncağa ihtiyaç duymazlar. En çok ihtiyaç duydukları şey serbest zamandır. Bu nedenle çocukların hayatlarına çok fazla planlanmış aktivite koymamak gerekiyor. Örneğin, çocuğa hiç boş zaman bırakmayacak şekilde spor veya müzik kursları ayarlamak. Sporda kurallar bellidir, esnek değildir. Ancak, serbest oyunda kurallar esnektir ve çocuk bu oyunlardan çok şey öğrenir. Ayrıca, çocukluğunda yoğun sportif aktivitesi olan çocuklar spora en çok ihtiyaçları olduğu ergenlik döneminde sporu bırakabilmektedirler. Son olarak, 3 yaşın altındaki çocukların kesinlikle televizyon seyretmemesi ve evdeki televizyon sayısının azaltılması öneriliyor.


Saklamaya değmeyecek oyuncakların listesi:


1) Kırık oyuncaklar: Çocuğun çok sevdiği oyuncaklardan birisi değilse kırık oyuncakları atın. 

2) Gelişime açık olmayan oyuncaklar: Çocuğun yaşına uygun olmayan oyuncakları ayıklayın.

3) Sabit oyuncaklar: Filmlerden, çizgi filmlerden çıkma, detaylı plastik oyuncaklardır. 

4) Çok fonksiyonlu ve çabuk kırılan oyuncaklar: Oyun esnasında başka bir şeye dönüştürülemediği için çocuğun hayal gücünü sınırlandırır.

5) Çok fazla uyarıcı içeren oyuncaklar: Yanıp sönen ışıklarla ve mekanik seslerle, hız ve ses efektleri ile donatılmış oyuncaklar çocuğa uyarıcı etki yapar. Bu tür oyuncaklar çocuklarda adranalin, dolayısıyla da kortizol seviyelerinin artmasına neden olabiliyor. 

6) Rahatsız edici oyuncaklar: Bu oyuncaklar korkunç sesler çıkarırlar veya çok çirkindirler. Çocuğu rahatsız etmese de anne ve babayı rahatsız eder. 

7) Çocuğun gelişimine katkıda bulunduğu iddia edilen oyuncaklar: Üreticisi ne vaat ederse etsin, hiçbir oyuncak çocuğu daha yaratıcı, daha uyumlu veya daha zeki yapmaz. Bir çocuğun yaratıcılığı ve gelişimi onun doğasından kaynaklanır. Bu tür oyuncaklar anne babada satın alma baskısı yaratır. Böyle çocuğunuzun diğer çocuklardan geri kalacağından korkarak almanız gerektiğini düşündüğünüz oyuncakları almayın. 

8) Baskı altında satınaldığınız oyuncaklar: Çocuğun ısrarı sonucunda alınan ve sonra bir kenara atılan oyuncaklardır.  Mesela moda oyuncaklar, çocuğunuzun herkeste olana sahip olamama korkusuna oynarlar. Bir kez teslim olundu mu, anne baba her yeni çıkan oyuncağı almak zorunda kalır. Bu yola girildiğinde, çocuğun ahlak ve nelerin önemli olduğu konusundaki görüşleri zarar görebilir. 

9) Yıkıcı oyunlara neden olan oyuncaklar: Son derece detaylandırılmış plastik silahlar, şiddet içeren video oyunları, televizyon filmleri gibi.

10) Çok sayıda ve aynı olan oyuncaklar: Aynı oyuncağın farklı çeşitleri varsa bunları azaltmak gerekir. Çocuğa bir bağ kuramayacağı kadar çok sayıda, gereksiz oyuncak sunarsak, ona ilişkilerin geçici olduğu mesajını vermiş oluruz.


Kitabın oyuncakların sadeleştirilmesine ilişkin kısmını okur okumaz hemen evde uygulamaya koydum. Genellikle salonda vakit geçiriyoruz. Salonda da çok az oyuncağı olmasına karşın odasında plastik kutularda oynamadığı bir sürü oyuncak vardı. Onları ayıkladım. Zaten bilirsiniz çocuklar her dönem 2-3 oyuncakla ilgilidir, diğer oyuncakları ile ilgilenmez. Yapılan değişiklik oğlumu hiç etkilemedi. Diğer oyuncakların nerede olduğunu sormadı bile. Son dönemde en çok oynadığı oyuncak doktor çantası, oyun hamuru ile oynanan fun factory, boya kalemleri ve makasları salonda duruyor. İlgilenmesini umduğum logy ahşap blokları da salonda bıraktım. Çocuk odasında da, kule yapmaya yarayan plastik kutular ve halkalar, 2-3 adet top, İkea'nın ahşap vinci, 2-3 adet araba, ahşap müzik aletleri, biri kız biri erkek iki bebek, bir tane yapboz, jenga ve pilsanın eğlenceli blokları bulunuyor.

Oğlum en çok kitaplara düşkün. Bu nedenle, ortalıkta 100'e yakın kitabı vardı. Kitaplarını da bir düzineye değil, ama 30'a düşürebildim. Fakat, ortalıktan kaldırdığım kitapları da aklına geliyor ve istiyor. İstediklerini çıkarıp diğer kitaplarından bir kısmını kaldırıyorum. Evimin son halinden çok memnunum. Oğlum da şikayetçi gözükmüyor.

Görüşmek üzere...


İlginizi çekebilecek diğer yazılar:




5 Ocak 2015 Pazartesi

Logy - Geç Kalınmış Bir Oyuncak Keşfi


Geçenlerde oyuncaklarla ilgili İnternet'te tarama yaparken Logy markası ile satılan ve Türk yapımı manyetik ahşap blokları keşfettim. Daha ayrıntılı bilgiye www.logy.com.tr adresinden ulaşılabilir. Ancak, üreticiler sanırım maddi zorluklar nedeniyle en az 6 ay kadar üretime ara vermişler. Artık, İnternet sitesinden satış yapılmıyor. Ben Logy'nin üreticisi Pınar Karaca'yı telefonla arayarak elinde kalan bloklardan edindim. Çok da hoşuma gitti. Son dönemde gördüğüm en güzel ve kaliteli inşa oyuncağı.  Kayın ağacından yapılıyormuş. Yine kaliteli, sağlam ve çok şık bir ambalajı var.


Parçalar ilk gördüğünüzde gözünüze biraz küçük gelebilir. Logy'nin benzeri olan ve Hawaii'de üretilen Tegu ile karşılaştırıldığında Logy çok daha ucuz. Halbuki Amerika'da oyuncaklar çok ucuzdur. Aynı oyuncak bazen Türkiye'de 3 katı fiyat ile satılır. Umarım Pınar Karaca ve eşi Çetin Karaca Logy'i tekrar üretmeye başlarlar. Halen satış noktalarında ve üreticilerinde birkaç parça mevcut. Almak için acele edin derim! Eğer Logy'den bulamaz, ama mutlaka bu oyuncaklardan edinmek isterseniz Tegu markalı manyetik ahşap blokları www.amazon.com'dan alabilirsiniz. Amerika dışına da gönderiyorlar. Tabiki 60 Amerikan Doları olan bir oyuncak 80 Amerikan Dolarına mal olabiliyor. Oyuncak bedeli 100 Euro'yu geçerse gümrük masrafları da ekleniyor. Amazon.com gümrük masraflarını da alıcı için hesaplıyor.

İyi eğlenceler...