23 Haziran 2015 Salı

Çocuğunuza Sınır Koyma

Uzun zamandır blogla ilgilenemiyorum. Bugün bu işe el atayım dedim :) Daha önceki yazılarımda ara ara bahsetmiştim. Çocuğunun yetişmesinde elinden geleni yapan, bağırmamaya çalışan benim neslimin en çok zorlandığı konu çocuğuna sınır koymak. Bu yüzden bir bakıyorsunuz kuralları çocuk koymaya başlamış, patron o olmuş. 

Çocuk sınırlarını bildiği zaman kendisini daha güvende hissediyor. Nerede duracağını bilememek çocuk için de başedilmesi zor bir durum. Ancak, çocuk sınırlarının ne olduğunu tam olarak anlamak için epeyce bir süre kuralları test ediyor. Bazen 10, bazen 20 kez ve belki daha çok kez aynı kuralı ihlal edip anne ve babasının tepkilerinin aynı olup olmadığına bakıyor. Anne ve babanın her seferinde tutarlı olup aynı tepkiyi vermesi gerekiyor. Bir seferinde olsun aman bu sefer de yapsın dediğimizde bir nevi başa dönüyoruz. Çocuk kural demek ki her zaman geçerli değil mesajını alıp o kuralı daha fazla zorlamaya başlıyor. O yüzden kurallar konusunda mümkün olduğunca tutarlı olmalıyız. 

İkinci anahtar konu. Sakin kalmak. Çocuğunuza her kuralı anlatırken, kuralın ihlali halinde ne olacağını açıklarken sakin olmaya gayret edin. Sakin olduğumuzda çocuklar bizi anlayabilirler. Bağırdığımızda ne dediğimizi anlayamazlar, korkarlar, stres içinde olurlar. O yüzden mümkün olduğunca sinirlenmeden, kızmadan, sakince, kısa ve net cümleler kurarak durumu anlatmak lazım. 

Genel olarak çocuk yaptığı davranışın doğal sonucuna katlanmalı. Örneğin, oyuncağını bilerek kırıyorsa tamir etmemeliyiz. Ancak, mesela birine vurduğu bir durumda olduğu gibi her zaman uygulanacak doğal sonuç olmayabiliyor. 

Mola sınır koymada kullanılan bir yöntem. Ancak, molanın 3 yaşından önce kullanılmaması ve çocuğun yaşı ne ise o kadar dakika uygulanması gerekiyor. Çocuk 3 yaşında ise 3 dakika. Daha uzun değil. Gün içinde bile en az 3-5 kez aynı kuralı ihlal edebilir.  Ceza gibi algılamamalı. Mola esnasında keyif alacağı bir şeyle uğraşmamalı. Molayı ihlal ederse süre tekrar baştan başlamalı. Alarm kurarak alarm çaldığında molanın biteceğini söylemek çocuk açısından sürenin daha öngörülebilir olmasını sağlıyor.

Oğlum şu an 3 yaşında. Sınırlar konusunda oldukça zorluyor. Benim şimdiye kadar en zorlandığım dönem bu oldu. Daha önce sınırlarını test etse de böyle bilinçli değildi. Şimdi aslında yapmaması gerektiğini bilerek kuralı ihlal ediyor. Mesela pencereden aşağı çöp fırlatmaması gerektiğini bilmesine rağmen eline geçen her fırsatta pencereden aşağı bir şey fırlatıyor. Ben de önceleri onunla birlikte aşağı inip çöpü çöp tenekesine atıyordum. Sonraları bunu bir eğlence haline getirdi. Çöp atıp gülerek hadi almaya gidelim demeye başladı. Bu sefer onu evde bırakıp kendim aldım. Ama atmaya devam ediyordu. Mola yöntemini kullanmaya başladım. Halen daha test etmeye devam ediyor. Pencereden bir şey fırlatıp şimdi odaya mı gideceğim diyor, sakince odasına götürüp yatağının üzerinde beklemesini söylüyorum. Eskisine göre pencereden bir şey atması oldukça azaldı.

Geçen gün oğlum parkta kum havuzunda oynuyordu. İki yaşlarında bir kız çocuğu annesi ile yanımıza geldi. Bir süre oynadılar. Sonra annesi eve gitmeleri gerektiğini söyledi, kız çocuğu hiç oralı olmadı. Sanki annesini duymuyordu. Annesi kızına devamlı dil döküyor, hadi kızım gitmemiz lazım deyip çeşitli bahaneler ileri sürüyor, ama çocuk hiç oralı olmuyordu. Bilirsiniz genellikle çocuklar biraz daha oyun için annelerini ikna etmeye çalışırlar, zira anne patrondur. Dışarıdan bakınca bu olayda sanki kız çocuğu patron, annesi de onu ikna etmeye çalışan çocuk gibi duruyordu. Sonuçta en az yarım saat daha parkta kaldılar ve biz eve gitmemiz gerektiğini söyleyip kalkıncaya kadar onlar da bizimle kaldılar. 

Böyle durumlarda ben ne yapıyorum? Öncelikle yeni duruma alışması, yani parktan ayrılmaya duygusal olarak alışması için süre veriyorum; "5 dakika sonra gideceğiz" diyorum ve ara ara "2 dakika kaldı" gibi sürenin azaldığını haber veriyorum. "Süre bitti" dediğimde de gerekirse kucağıma alıp parktan ayrılıyorum. Ama bazen gitmeye hiç hazır olmuyor. Süre azalırken girdiği stresten anlaşılıyor. O zaman süreyi açıyorum, "1 dakika kaldı" cümlesini bir 5 veya 10 dakika sonra söyleyip tatmin olmasını bekliyorum. Daha az tepki veriyor. 

Ben Robert J. Mackenzie tarafından yazılan "Çocuğunuza Sınır Koyma" kitabından çok faydalandım. Doğal sonuç gibi pekçok yararlı yöntem sunuyor. Mutlaka okumanızı tavsiye ederim. 

Görüşmek üzere...








Not:  Genel olarak mola yöntemini en son çare olarak kullandım. Oğlum da mola yönteminden çok hoşlanmıyordu. 3 yaş civarı çocuk daha da bireyselleşiyor. O yüzden kendi kişiliğini kabul ettirmek için uğraşıyor. Bu süreç, ben bu yazıyı yazdıktan bir ay sonra geçti. En son şöyle bir olay yaşadık. Pencereden aşağıya bir kitabını atacaktı. Atarsa kitabını almayacağımı söyledim. Kitabını attı. Ben ona çaktırmadan gidip kitabı aldım ve sakladım. Daha sonra pencereden baktığımızda kitabın olmadığını gördü, demek ki kitabı başka çocuklar almış dedim. Üzüldü epey. Bir süre sonra, sanki komşumuzun oğlumdan daha büyük çocuğu aynısından olan kendi kitabını oğlum üzüldüğü için vermiş gibi yaptım. Bu olaydan sonra pencereden bir şey atmadı. Benim de mola yöntemini bir daha kullanmam gerekmedi. Mola yöntemini dediğim gibi hep en son çare olarak kullandım. Ama genelde uygularken de içim pek rahat değildi. Özellikle Özgür Bolat'ın 26.Kasım.2015 tarihli "Ceza çocuklara nasıl zarar verir?" yazısında kızma, bağırma, küsme, söylenme veya düşünme köşelerinin de ceza olduğunu okuyunca bu yöntemi uygulamayı tamamıyla bıraktım. Ayrıca, Özgür Bolat'ın 28.Kasım.2013 tarihli "Çocuklara ceza vermek yerine ne yapmalı?" ve 09.Temmuz.2015 tarihli "Ceza neden işe yaramaz?" başlıklı yazılarını da okumanızı tavsiye ederim.

Zaman zaman bilgilerimde değişiklik olduğunda ya da bir yöntemi uygulamayı vazgeçtiğimde blogdaki yazılarımı güncelliyorum. Bu nedenle mola yöntemi ile ilgili bu bilgilendirmeyi yapmak istedim. Sevgilerimle...


16 Nisan 2015 Perşembe

Bir TED Konferansı: Guy Winch, Psikolojik İlk Yardıma İhtiyaç Duymamızın Nedeni (Guy Winch: Why we all need to practice emotional first aid)

Bugün terapi_defteri'nde twitlenen çok başarılı bulduğum bir TED konferansından bahsetmek istiyorum. Guy Winch, 5  yaşındaki bir çocuğun bile fiziksel bir yaralanma durumunda bir yara bandı alıp yarasının üstüne yapıştırmayı bildiğini, ama aynı ilk yardımı/özeni psikolojik yaralanmalarımıza göstermediğimizi belirterek neden psikolojik yaralanmalarımız için de gerekli özeni göstermemiz gerektiği anlatıyor.

Konuşma İngilizce, ama interactive transcript ile konuşulanları yazılı olarak da okumak mümkün. Ayrıca, Guy Winch'in bir de bloğu var: The Squeaky Wheel 

Çok güzel ve faydalı bir konuşma olmuş. İngilizce bilenlerin mutlaka dinlemesi veya konuşma metnini okuması gerektiğini düşünüyorum. Konuşmaya bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz. 

Görüşmek üzere...


13 Nisan 2015 Pazartesi

Kanser

Geçen hafta Kanser Haftası çerçevesinde düzenlenen kanserle ilgili bir toplantıya katıldım. Ailemde kanser öyküsü olduğu için bu konuda çokça okurum, ama bilmediğim bir sürü şey varmış. 

Bilmediğim en önemli şey esasında kanserli hücrenin ne olduğu ve sağlıklı hücreden farkının ne olduğu imiş. Normalde sağlıklı her hücrenin bir ömrü var. Mesela sağlıklı bir hücrenin yaşamı süresince 70 kez bölünmesi gerekiyorsa, 70'inci bölünmeden sonra bu hücre ölüyormuş. Ancak, kanserli hücre ölmüyormuş ve devamlı bölünmeye devam ediyormuş. Bu nedenle, sağlıklı hücrelerin üstüne yayılarak onların işlevlerini yerine getirmelerini engelliyormuş.

Dünya'da halen en yaygın ölüm nedeni kalp rahatsızlıklarıymış. Kanser de ikinci yaygın ölüm nedeniymiş. Ancak, yakın gelecekte aradaki farkın kapanarak kanserin birinci sıraya yerleşeceği bekleniyormuş. 

Türkiye'de erkeklerde en yaygın kanser türü prostat, sonrasında akciğer ve mide gelirken, kadınlarda en yaygın kanser türü meme kanseri, sonrasında rahim ve mide geliyor. 

Kanserin en büyük iki nedeninden birincisi %25-%30 oranla sigara, diğeri %20-%25 oranla yeme alışkanlığımız imiş.  Genetik faktörlerin etkisi %5 civarındaymış.  

Dikkat edilmesi gereken en önemli şey, kanser yapıcı etkisi olan bir şeye ritmik olarak maruz kalmamak. Eğer ritmik olarak maruz kalınırsa vücutta oluşacak birikim nedeniyle kanserli hücrelerin oluşma ihtimali yüksekmiş. 

Eğer ailede kanser öyküsü varsa, bir kişi yakınının kansere yakalandığı yaştan 10 yıl öncesinde kanser taraması yaptırmaya başlamalı. Örneğin, annesi 50 yaşında rahim kanseri olan bir kadın 40 yaşında rahim kanseri için tarama yaptırmalı. 

Kolon kanseri de Türkiye'de oldukça yaygın. Bu nedenle 50 yaşında herkesin bir kez koloskopi yaptırması gerekiyor. Eğer bir kişinin bağırsağında adonim (polip) bulunmuşsa, ortalama olarak 3 yıl sonra adonimlerin kolon kanserine dönüşmesi bekleniyor.

Erkeklerde 80 yaşından sonra prostat kanserine yakalanma oranı %90 imiş. 

Mide kanserinin en yaygın olduğu ülkelerden birisi Japonya ve Japonların beslenme alışkanlığı nedeniyle mide kanserine yakalandıkları tespit edilmiş. Beslenmelerinde tuzlu ve tütsülenmiş gıdalar önemli bir yer tutuyor. Ülkemizde de tuz tüketimi oldukça yaygın. Yemeklerimizde kullandığımız tuz oranı yüksek ve salamura ürünleri çok tüketiyoruz. Buzdolabının keşfinden önce besinleri saklamak için tuz kullanmak çok yaygın olduğu için mide kanseri daha yaygınmış. Şimdi bu oran azalmış. Ama ülkemizde tuz tüketimi halen çok yüksek. 

Beslenmede dikkate etmemiz gereken ikinci önemli konu yanık besinler yememek. Yanmış et en çok maruz kaldığımız besinlerden bir tanesi. Bu nedenle eti pişirirken yakmadan pişirmeye özen göstermeliyiz. Sucuk, salam, sosis gibi işlem görmüş etlerden de uzak durmak gerekiyor. 

Bol posalı gıdaları tüketmeye özen göstermeliyiz. Bu nedenle meyve yerine daha çok sebze tüketmekte fayda var. 

Yine katkılı maddeli olan hazır gıdalardan mümkün olduğunca uzak durmalıyız. GDO'lu ürünlerin ise sağlığımıza etkisi şu an hiç belli olmadığından kesinlikle tüketmemeliyiz. 

Sebze ve meyveleri mevsiminde tüketmeliyiz. Mevsimi olmadığı zaman ister istemez kimyasallar işin içine giriyor.

Son olarak spor yapmalıyız. Spordan kasıt bir şekilde hareket etmeliyiz. Yine kansare çanak tutan obezite ile mücadelenin en etkin yönteminin hareket olduğunu unutmayalım.

Sağlıklı günler...








10 Nisan 2015 Cuma

Utanca Boğulmuş Yetişkinler

Geçen gün biri kadın diğeri erkek iki iş arkadaşımla ayaküstü işyerinde konuşurken konu konuyu açtı ve konu kadın doğurganlığına geldi. Erkek arkadaşım evli ama çocuksuz, kadın arkadaşım da benim gibi evli ve bir çocuklu. Konuştuklarımız genel hatlarıyla kadının en doğurgan olduğu dönemin 18-28 yaş arası olduğu, 35 yaştan sonra kadınların yumurta kalitesinin ciddi anlamda düşmeye başladığı ve bu yaştan sonra tüp bebek yöntemiyle bile hamile kalmanın zorluğu idi. Tam biz konuyu yeterince konuşmuş ve kapatmak üzereyken, bir evli ve iki çocuklu  başka bir kadın arkadaşımız sohbete dahil oldu. Ama ne dahil oluş! Birden sohbetinize kulak misafiri oldum, ne konuşuyorlar diye dinlemeye başladım diyerek bu konuyu neden erkek arkadaşımızla konuştuğumuzu anlayamadığını bizi ayıplayan ve hayret eden bakışlar eşliğinde bir çırpıda söyledi. Bizim tepkimiz ise, birbirimize utançla bakıp biz bu konuya nasıl geldik diye mırıldanmak ve çil yavrusu gibi dağılmak oldu. 

Sonradan bu konu üzerinde kafa yormaya başladım. Biz utanılacak ne tür bir sohbet yapmıştık? Erkek arkdaşım bu sohbetten rahatsız olduysa bir şekilde sohbetten uzaklaşmanın yolunu bulamaz mıydı? Ayrıca kadınlar ve erkekler bu konuları konuşamazlar mı? Kadınlar ve erkeklerin birlikte konuşabilecekleri konular hakkında bir liste mi vardı? Neden sohbeti sürdüren 3 yetişkin utançla dolmuştuk? İçimizden birimiz bile neden bu konuyu konuşamayacağımızı  sakince soramadı? Ben bu sorularla başbaşa kaldım. Aklıma sohbetlerinde Doğan Cüceloğlu'nun vurgu yaptığı "utanca boğulmuş çocuk" tanımlaması geldi. Utanca boğulmuş çocuk halimiz yetişkin bize eşlik ediyordu. Tamam bunu fark ettim de, esas konu benim bu çocuğu utanca boğulmaktan nasıl kurtaracağım.

Daha yolum/yolumuz maalesef uzun. Umarım çocuklarımız kendilik değerinin farkında olan sağlıklı bireyler olarak yaşarlar ve biz anneler bunun farkında oluruz...

6 Nisan 2015 Pazartesi

Ne Zaman ve Kime Göre Başarılıyız?

Ülkemizde olaylara ve kişilere çok başarı odaklı bakıyoruz. Karne notları, sınav puanları çok önemli. Halbuki süreç devamlı olarak göz ardı ediliyor. O yıl çocuğumuz çok çalışsa ve gayretli olsa da bu gayret bir şekilde karnesine yansımamışsa çocuğumuzu çoğu zaman takdir etmiyoruz. Mesela, senden daha yüksek not alan oldu mu diye sorabiliyoruz. 

Ne zaman ve kime göre başarılıyız? Tanıdığım iki arkadaşım var. Birisi üniversiteden mezun olur olmaz girdiği iş sınavlarında başarılı olarak kamuda iyi bir pozisyonda işe başladı ve 15 yıldır aynı pozisyonda. Diğer arkadaşım özel bir şirkette sıradan bir satış elemanı olarak işe başladı ve 15 yıl sonra gelecek vaad eden bir müdürlük pozisyonunda bulunuyor. Şimdi bu arkadaşlarımdan hangisi daha başarılı? Kamuda çalışan arkadaşım artık işinin kendisine bir şey katmadığını ve eve ekmek götürebilmek için mesaisine devam ettiğini söylüyor. İşini sevmiyor. Özel sektörde çalışan arkadaşım başladığı noktaya göre 15 yılda giderek daha başarılı bir grafik çiziyor ve başarısını da sürdüreceğe benziyor. Belki 15 yıl önce kamudaki arkadaşım daha başarılı gibi görünüyor, ama süreç içinde olduğu yerde sayıyor. Özel sektörde çalışan arkadaşım ise başlangıçta daha başarısız gibi görünüyor, ancak 15 yıl içinde kariyerinde devamlı olarak ilerleme kaydediyor ve muhtemelen şu an iş tatmini daha yüksek. Başka bir deyişle, şu an daha başarılı gibi gözüken kişi özel sektördeki arkadaşım. İşte, kimin daha başarılı olduğu aslında tamamiyle göreceli bir kavram ve kişiye göre değişiyor.

Bilerek ve isteyerek psikoloji okumak isteyen bir öğrenciyi ele alalım. Üniversite sınavında çok yüksek bir puan alamış ve özel bir üniversitede psikoloji okuyor olsun.  Psikoloji bölümü bu öğrencinin bilinçli olarak tercih ettiği ve okumak istediği bir bölüm. Çok muhtemek ki, bu öğrenci okuldayken de mezun olduktan sonra da kendini bu alanda şevkle geliştirecek ve çok iyi bir psikolog olacak. Şimdi daha yüksek bir puanla öğrenci alan üniversitede psikoloji okuyan, ancak ilgi alanı psikoloji olmayan bir öğrenciyi ele alalım. Yine çok muhtemel ki bu öğrenci ilgi alanı psikoloji olmadığı için kendini bu alanda yeterince geliştiremeyecek ve vasat bir psikolog olacak. Peki bu iki öğenciden hangisi daha başarılı? Sadece hangi üniversitede okuduklarına bakarsak daha yüksek puanla öğrenci alan üniversitede psikoloji okuyan öğrenciye belki  daha başarılı diyeceğiz. Ancak, mezuniyetten sonra hangisinin daha başarılı bir psikolog olduğuna bakarsak muhtemelen ilgi alanı psikoloji olan öğrenciyi daha başarılı addeceğiz. 

Son örnekle ne demek istediğim sanırım daha net anlaşıldı. Her şeyi çok kategorize ediyoruz. Hayatımızın belli bir anında çok başarılı hissederken belli bir anında başarısız hissedebiliriz. Ancak, hayat devam ediyor, süreç devam ediyor, bir başarısızlık sadece bir olaya özgü, bütün bir hayata özgü değil.

Çocuğunuzun karnesi iyi değilse ya da sınav sonucu iyi değilse, sadece o karne için ya da o sınav için başarılı olamadı diyebiliriz. Ama çocuğumuz karneye yansımamış, ancak farkında olmadığımız çok şey öğrenmiş olabilir. O yüzden sürece odaklanmak gerekiyor ve hayat devam ettiği sürece süreç de devam ediyor. 

Bu konuda A. Kadir  Özer'in "Var Olmak Cesaret İster" kitabını tavsiye ederim. Kadir Bey'in deyimiyle kendimize bir insan borsası içinde fiyat biçmekten artık vazgeçelim. 

Görüşmek üzere...








Success isn't always what you see

(Not: Yazımı yayımladıktan sonra twitter aracılığıyla takip ettiğim terapi_defteri'nde twitlenen bir karikatür anlatmak istediklerimi çok güzel özetlemiş, sizlerle paylaşayım istedim.)






10 Mart 2015 Salı

Çocukluğunda Annesine Güvenli Bağlanamamış Bir Yetişkin Ne Yapmalı?

Bloğum İnternette yapılan güvenli bağlanma konularındaki taramalarda ilk sayfalarda görünüyor. Yapılan taramalardan bir kısmı yetişkinlerin "Annesine güvensiz bağlanan bir kişi ne yapmalı?" sorusunu içeriyor. Bu soruyu görünce bu yazıyı yazmaya karar verdim. Öncelikle psikoterapi görmekte yarar var. Ancak, maddi imkansızlık ve iyi bir psikolog veya psikiyatrist bulamamak bazen bu yolu kapatabiliyor. Her şeyin ötesinde kişinin kendisi ile yüzleşebilmeye hazır olması gerekiyor. Bu aşamada kitaplar oldukça faydalı. Ama temeli boş olan iyi düşün, iyilik bulursun gibi kitaplar ancak geçici bir iyilik sağlarlar. Ben kendi adıma kişisel gelişim kitaplarındansa çocuk psikolojisine dair kitaplardan çok şey öğrendim. Zira, çocuğunuza şöyle davranırsanız ileride çocuğunu böyle olabilir diyerek, kendinizdeki izleri bulmanızı kolaylaştırıyor.

Ben de çocukluktaki bazı anılarımı hatırlamak istemezdim. Bir gün bu anılarımla yüzleşmeye karar verdim ve bu anıların hepsini yazdım. Yazarken yine üzüldüm. Ancak kendi duygularımın farkına varabildim. Sonra yazılarımı bir arkadaşımla paylaştım, bunun üzerine uzun uzun konuştum.  O duygularımı ifade etmek beni rahatlattı. Önümdeki en büyük engelin duygularımı ifade etmemek olduğunu anladım. Kendime şefkat gösterdim (son dönemin en yaygın çalışma alanı özşefkat ve özsaygı). Halen o küçücük çocuğun gözleriyle hayata baktığımı gördüm. Sonra ailemin beni inciten o davranışlarının arkasındaki iyi niyeti de keşfettim. Kendi bildiklerince iyi bir çocuk yetiştirmeye çalışıyorlardı. Bildikleri o kadardı. Beni üzen o anılar artık sıradan herhangi bir anı gibiler. Konuşmak ya da anlatmak beni yaralamıyor artık.

Tavsiye edilen bir yöntem de acı veren çocukluk anınıza dönüp yetişkin sizin aynı sahneye dahil olması, o çocuk halini teskin etmesi, yanında olduğunu söylemesi ve onu korumasıdır. Denemekte fayda var. Ayrıca, yetişkinlik döneminizde büyükanne, büyükbaba, eşiniz, arkadaşlarınız ve hatta çocuklarınız bağlanmanızı tamamlamanızı ve atlatmanızı sağlayan insanlar olabilir. 

Çocukluk döneminde yaşadıklarımızla hayatı anlamlandırıyor  ve şemalar oluşturuyoruz. Yani çocukluğumuzda deneyimlediğimiz ve çözemediğimiz konuları yetişkinlik döneminde de aynı duyguları yaratacak seçimler yaparak devam ettiriyoruz. O yüzden sahip olduğumuz şemaları keşfedip ona göre önlemler almamız gerekiyor. Önereceğim kitap Jeffrey E. Young ve Janet S. Klosko tarafından kaleme alınan "Hayatı Yeniden Keşfedin". Kitapta sıklıkla karşılaşılan 12 şema anlatılmış. Şemanızı nasıl tanımlayacağınıza dair bir tablo da var. Sonrasında daha uzun açıklamaları okuyarak şemalarınızı daha doğru adlandırmanız mümkün. Şemalarınızla nasıl başedebileceğinize dair öneriler var. Alper Hasanoğlu'nun da şemalar konusunda bir kitap çalışması varmış ve bu kitaptan daha iyi olacağını iddia ediyor. Merakla bekliyorum. Ayrıca, ihmal edilmiş bir çocukluk geçirenlerin Jasmin Cori'nin "Varolan Annenin Yokluğu" kitabını okumasında fayda var diyorum. Kitabın son bölümleri yaralarınızı sarmanız için size bir takım teknikler öneriyor. 

Annelik süreci insanın kendisiyle de yüzleşmesini içeren bir süreç. Yoksa kendi yaralarımıza sahip çocuklar yetiştirmemiz çok büyük olasılık. Çocuktan gayrı her birimiz daha iyi bir hayat sürdürmeyi  hak ediyoruz...

Umarım önerilerimin bir nebze olsun faydası olur. Görüşmek üzere...


İlgili Yazılar:

Bağlanma Stillerinin Yetişkinlik Dönemine Etkileri

Bebeklerin Tercihi Besleyen Anne mi? Dokunan Anne mi?

Ainsworth`ün Bebeklerde Gözlemlediği Onüç Güvenli Bağlanma Davranışı

Bağlanma Kuramı, Imprinting ve Hassas Devre

Bağlanma Kuramı ve Bağlanmayı Sağlayan Genetik Davranışlar

Güvenli Bağlanma Nasıl Gerçekleşir? - Adem Güneş'in Önerileri

Güvenli Bağlanma Nedir?

2 Mart 2015 Pazartesi

Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili - 5 (Hizmet Davranışları)

Gary Chapman ve Dr. Ross Campbell'ın "Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili" kitabında beşinci ve sonuncu sevgi dili olarak hizmet davranışları anlatılmış.

Anne ve baba olmak çocuklarımıza hizmet etmeyi gerektirir, 24 saat ve bir ömür boyu devam eden bir iş gibidir. Bu işten hayat boyu ayrılabilmemiz de mümkün değildir. Ama bir o kadar da keyifli bir iştir. Ancak, çocuklarımıza hizmet etmek hem duygusal hem de fiziksel anlamda zahmetlidir. Fiziksel sağlık için dengeli uyku, beslenme ve egzersize ihtiyacımız vardır. Duygusal sağlık için ise kendimizi çok iyi tanımamız ve karşılıklı destek veren bir evlilik ilişkisini yürütebiliyor olmamız gerekmektedir. Çocukların onlara dengeli bir yaşam modeli sunacak anne ve babaya ihtiyaçları vardır. Bu nedenle, evliliğimize de zaman ayırmak iyi bir ebeveyn olmanın parçasıdır. 

Çocuklarımıza hizmet ederken amacımız onu en fazla sevindiren şeyi değil, en iyi olanı yapmaktır. Örneğin, çikolata vermek çocuğumuzu mutlu edecektir, ama en doğru besin kaynağı değildir. Öte yandan, amacımız yine çocuklarımızı bizim istediğimiz kalıplara sokmak olmamalıdır. Çocuklarımızın armağan ve yardım taleplerine teslim olursak, onların çocukça bencilliklerine devam etmelerine ve ileriki hayatlarında egoist bireyler haline gelmelerine yol açabiliriz. Armağan ve hizmet davranışı yoluyla sevgimizi göstermeye tabii ki devam etmeliyiz, ama uygun bir şekilde kullanıp onların gelişimlerinin sağlıklı bir şekilde devam etmesini sürdürmeye çalışmalıyız.

Hizmet davranışlarımız çocuğumuzun hizmet ve sorumluluk anlayışı için bir model olacaktır. Hizmet davranışı ile daha çok kasdedilen çocuklarımızın yapamayacakları şeyleri onlar adına yapmaktır. Örneğin, iki ya da üç yaşındaki çocuğumuza kendimiz yemek yedirebiliriz, ancak altı yaşındaki çocuğumuza halen bizim yemek yedirmemiz uygun bir davranış değildir. Dört yaşındaki çocuğumuzun yatağını biz yapabiliriz, ancak on yaşındaki çocuğumuz yatağını artık kendisi yapabilir. Yapacağımız hizmet davranışı çocuğumuzun yaşına, yapabileceklerine uygun olmalıdır.

Bir de çocuklarımıza önce hizmet ederiz, ama hazır olduklarında önce kendilerine sonra başkalarına nasıl hizmet edeceklerini öğretiriz. Ama bilirsiniz çocuklara bir şey öğretmek zaman alır. Örneğin, çocuğumuza yemek yapmasını öğretmek yemeği kendimizin hazırlamasından daha çok vakit alır. Ama hayat akışı içerisinde bir takım becerileri kazanması açısından yaşına uygun bazı yemekleri yavaş yavaş öğretmek gerekir. Toplumumuzda halen bir yumurta kırmaktan aciz yetişkinler bulunmaktadır. Bu tür şeyleri öğretmek çocuklarımıza beceri kazandırır, kendi ayaklarının üzerinde durmayı daha iyi becerirler. Liseyi yatılı bir okulda okudum. Ondört yaşındaydık. Bazılarımız çamaşır nasıl çitilenir bilmiyordu. Çamaşır makinası gibi eliyle suyun içinde dolaştırınca çamaşır yıkanır sanıyordu. Bu tür işleri yapmak zorunda değiliz, ama bilmek çoğu zaman insan hayatını kolaylaştırıyor. İnsanın üzerindeki tedirginliği atmasını sağlıyor. O yüzden zamanı geldikçe çocuklarımıza bu becerileri kazandırmalıyız. Ancak, kendi ayakları üzerinde durması kısmını fazla abartmamak lazım. Bazen bizim hizmetimizi sadece sevildiklerini hissetmek için isteyebilirler. Bu tür ayrımların bilincinde olmalıyız.

Sevgiyle verilmiyorsa aslında hizmetin pek bir anlamı yoktur. Çocuklarımıza veya eşimize kızarak sert bir tavırla hizmet ettiğimizde, fiziksel gereksinimleri karşılansa bile duygusal gereksinimleri karşılanmış olmayacaktır. O yüzden içimizden gelerek sevgiyle hizmet etmeliyiz. O zaman içimizdeki sevgiyi, enerjiyi başkalarına doğru bir biçimde aktarırız.

Yardım kuruluşlarında gönüllü olarak çalışmak bizim toplumumuzda pek yaygın değildir. Bu konu üzerinde anne baba olarak pek durmuyoruz. Geçenlerde Vehbi Koç Vakfı, eğitim alanındaki ödülünü Matematik Köyü projesi nedeniyle Nesin Vakfı'na verdi. Gazete haberlerine göre törende Mustafa Koç, 2013 yılında yapılan bir araştırmaya göre hayırseverlikte 135 ülke arasında 128'inci olduğumuzu belirtmiş. Yapılan anket çalışmasında, katılımcılara son bir ayda bir hayır kurumuna bağış yapıp yapmadıkları, gönüllü bir çalışmaya katılıp katılmadıkları ve tanımadığı birine yardım edip etmedikleri sorulmuş ve verilen yanıtlara göre sıralama yapılmış. Görüldüğü üzere, başkalarına yardım etmek için özel bir çaba sarf etmiyoruz. Ancak, birisi yolumuzu keser de yardım isterse o zaman bir iki kuruş yardım ediyoruz ya da dini bir vesileyle yardım etmemiz söz konusu. Ailesine ve evinin dışındaki insanlara yardım eden anne ve babalarla yaşayan çocuklar karşılık beklemeden başka insanlara hizmet etmeyi öğrenirler. Çocuklarımız küçükken doğaları gereği bencildirler, kendiliklerinden başkalasına yardım etmeleri beklenemez. Bencilliklerinden arınarak başkalarına hizmet etmeyi öğrenmeleri zaman alır.

Çocuklarımız büyüdükçe ve minnet duymayı öğrendikçe, yavaş yavaş emir vermek yerine ricada bulunmaya başlayabiliriz. Zira onlar için yapılanların daha çok farkındadırlar. Ricalar zorunluluk içermez. Kendilerine bir şey yapmaları emredildiğinde çocuklarımızın minnetlerini ifade etmeleri zor olacaktır. Örneğin, "Babana teşekkür et" demekle "babana teşekkür eder misin?" demek arasında fark vardır. Ricada bulunmak daha yatıştırıcı ve sinirlenmeyi önleyicidir. İnsanlara olumlu ve iyi davranmamıza yardımcı olur.

Hizmet davranışları esanasında asla koşullu sevgi göstermemeliyiz. Ebeveynler sadece çocuklarının davranışlarından memnun kaldıklarında kendilerinden bekleneni yapıyorlarsa bu koşullu bir hizmet davranışıdır. Bu durumda, çocuklarımız kendi çıkarları varsa başkalarına yardım edilmesi gerektiği mesajını alacaklardır.

Misafirperver bir anne ve babanın çocuğunun misafirperver olması büyük olasılıktır. Misafirperver bir aile insanları daha iyi tanır ve daha güçlü dostluklar geliştirir. Misafirlerimizi restoranlar yerine evimizde ağırlamaya gayret etmeliyiz. Evin sıcaklığı ve samimiyeti başkadır.

Çocuklarımıza her zaman bize yardım etme fırsatını vermeliyiz. Örneğin, omlet yaparken çocuğumuz yumurtaları kırmak istiyorsa bırakalım o kırsın. İstekliyken ona bize yardım etmesine olanak tanıyalım.

Temel sevgi dili hizmet davranışı olan çocuklar, bizden bir şey isterken bizden sadece bu işlerin yapılmasını istemezler, sevgimizi hissetmeye çalışmaktadırlar.


Temel sevgi dili hizmet olan çocuklar ne diyor?


Oniki yaşında bir erkek çocuk "Annemin beni sevdiğini biliyorum, çünkü düğmem düştüğünde dikiyor ve her gece ödevlerime yardım ediyor. Giysi ve yemek alabilelim diye çok çalışıyor." diyor.

Uzun süreli sağlık problemleri olan yedi yaşındaki bir çocuk, "Annemin beni sevdiğini biliyorum, ödevim için yardıma ihtiyacım olursa yardım ediyor. Doktora gitmem gerektiğinde işten izin alıp doktora götürüyor. Hasta olduğumda bana çorba yapıyor." diyor.


27 Şubat 2015 Cuma

Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili - 4 (Armağanlar)

Gary Chapman ve Dr. Ross Campbell'ın "Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili" kitabında dördüncü sevgi dili olarak armağan anlatılmış.

Çocuklarımıza sadece armağan vermek, çocuklarımızın sevildiklerini hissetmesini sağlamaz. Armağanla birlikte, önemsendiklerini de hissettirmemiz gerekmektedir. Bu nedenle, armağanın yanı sıra diğer sevgi dillerinde de sevgimizi göstermeye devam etmeliyiz. Özellikle temel sevgi dili armağan olan çocukların diğer sevgi dillerinde de sevildiklerini hissetmeye ihtiyaçları vardır. Kitapta iki kız çocukları olan ve sık sık seyahate giden bir aileden bahsediliyor. Anne ve baba eve döndüklerinde küçük kızları getirdikleri hediyeler için çok heyecanlanıp seviniyor, hediyeleri odasında özel bir köşeye koyuyor ve arkadaşlarına son gelen hediyeleri mutlaka gösteriyormuş. Ancak, büyük kızları hediyelerle çok da ilgilenmiyor, anne ve babasının seyahat hakkında konuşmasından daha büyük heyecan duyuyor ve seyahati en küçük ayrıntısına kadar dinliyormuş. Anne ve baba beş sevgi dilinden haberdar olduktan sonra küçük kızlarının temel sevgi dilinin armağan olduğunu, büyük kızlarının temel sevgi dilinin nitelikli zaman olduğunu keşfetmişler. 

Gerçek bir armağan alınan bir hizmet karşılığı verilmez. Karşılıksız olmalıdır. Kişiye duyulan sevginin bir ifadesidir. Eğer anne ve baba çocuğuna odasını temizlemesi karşılığında bir armağan veriyorsa bu armağan bir hizmet karşılığıdır ve karşılıksız değildir. Aslında sevildiğini hissetmeyen bir çocuk armağanı yanlış yorumlayıp koşullu verildiğini düşünebilir. Bu nedenle, armağanlara değer vermez. Bu çocuklar verilen armağanları ya bir köşe atarlar ya da kırarlar. Dolayısıyla, temel sevgi dili armağan olan bir çocuk için diğer sevgi dillerini de kullanarak sevildiğini hissetmesinin sağlanması gerekmektedir.

Armağanın büyüklüğü ve fiyatı önemli değildir. Önemli olan ifade ettiği sevgidir. Örneğin, sıradan bir eşya olarak çocuğumuzun okul kıyafetlerini bir hediye paketi yapıp vermek çocuğumuzu heyecanlandıracaktır. Zira armağan paketi açmak her çocuğu heyecanlandırır. 

Çocuklarımız için oyuncak alırken reklamlar gibi dış uyaranlardan etkilenmemeliyiz. Aldığımız oyuncaktan çocuğumuzun nasıl etkileneceğini iyice düşünmeliyiz. Her oyuncağın eğitici olması gerekmez, ama olumlu bir etkisi olmalıdır. 

Çocuklarımızı armağanlara boğup diğer sevgi dillerini ihmal etmek sakıncalıdır. Genellikle çocukları ile yeterince ilgilenemeyen anne ve babalar bu açıklarını hediye alarak telafi etmeye çalışırlar. Böyle bir durumda, çocuklar armağanlar ile insanların duygu ve davranışlarını kontrol etmenin mümkün olduğunu öğrenirler ve çıkarcı, materyalist birer insan olup çıkabilirler. Öte yandan, çocuğumuza çok fazla armağan almak, odasını adeta bir oyuncakçı dükkanına çevirmek armağanın özelliğini kaybetmesine neden olur. Çocuk için armağanlar bir yük haline gelmeye başlar ve çocuk armağanlara duyarsız hale gelir. 

Bayram, yılbaşı ve doğum günü hariç armağanların çocuklarımızla birlikte seçilmesi gerekir. Özellikle çocuklarımız büyüdüğünde armağanları birlikte seçmeye gayret etmemiz gerekir. Zira büyüdükçe çocuklar kendi giyim tarzlarını ve zevklerini oluştururlar. 


Temel sevgi dili armağan olan çocuklar ne diyor?


Temel sevgi dili armağan olan çocuklar armağanı aldıklarında daha farklı davranacaklardır. Armağanlarına daima önem verirler. Armağanın paketlenmesini veya en azından benzersiz ve yaratıcı bir sunumla verilmesini beklerler. Çoğunlukla armağanlarının paketlerini sevinç çığlıkları ile açarlar. Kendilerini paketi açarken çok özel hissederler ve o anı bizimle paylaşmak isterler. Armağanı açtıklarında bize sarılıp bol bol teşekkür ederler. Yeni armağanlarını sergileyebilmek için odalarında özel bir yer hazırlarlar. Arkadaşlarına da bu armağanları anlatırlar ve izleyen günlerde defalarca bize gösterirler. Ne kadar beğendiklerini söyleyip dururlar. Armağanı görmek onalara sevildiğini hatırlatır. Onlar için armağanın kendisi çok da önemli değildir, önemli olan bizim onları düşünmüş olmamızdır. Bu yüzden armağanın zarar görmesi ya da yerinin değiştirilmesi travmatik olabilir. Bu tür çocuklara diğer sevgi dillerinde de sevgimizi göstermek konusunda daha hassas olmalıyız.

Beş yaşındaki çocuk anaokulu öğretmeninin onu sevdiğini düşünüyor, çünkü öğretmeni ona bir hediye vermiş. 

On sekiz yaşında üniversiteye yeni başlayacak bir genç kız, kendisine hediye edilen arabayı gösterip anne ve babasının kendisini sevdiğini her zaman hissettirdiklerini söylüyor.


26 Şubat 2015 Perşembe

Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili - 3 (Nitelikli Zaman)

Gary Chapman ve Dr. Ross Campbell'ın "Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili" kitabında ele alınan üçüncü sevgi dili nitelikli zamandır. 

Özellikle biz çalışan anneler işten eve döndüğümüzde hemen yemek hazırlamak gibi ev işlerine yöneliriz. Ancak, çocuklarımız eteğimizi çekiştirerek peşimizde dolanıp bizimle oynamak için sızlanırlar, çeşitli huysuzluklar çıkarırlar. Hemen ev işlerine sarılmak yerine çocuğumuzla başbaşa geçirilen bir yarım saat hem bizi hem de çocuğumuzu rahatlatacaktır. Aksi halde, ev işlerini yapmak telaşında olan biz annelerin ve çocuklarımızın sinirleri daha da bozulacak, keyifle geçirilecek bir akşam ziyan olacaktır. Aslında burada çocuğumuzun oynayalım diye tutturması, bizimle nitelikli zaman geçirme ihtiyacından doğmaktadır. Özellikle temel sevgi dili nitelikli zaman olan çocuklarla başbaşa geçirilen zaman çok önemlidir ve sevildiklerini ancak böyle hissederler. 

Aslında temel sevgi dili nitelikli zaman olmasa da pekçok çocuk anne ve babasının dikkatini sadece kendisine çekmek ister. Anne ve babayla daha çok vakit geçirmek için ebeveynlerini çileden çıkaracak yaramazlıklar yapmaktan çekinmezler. Zira negatif ilgi bile çocuğun anne ve babasından hiç ilgi görmemesinden iyidir. 

Nitelikli zaman dikkatin odaklanması anlamına gelir. Bir çocuğa bölünmemiş ilgi göstermek demektir. Bebeklerin pek çoğu beslenirken, altı değiştirilirken nitelikli zamanı yaşarlar, anne sadece bebeğine konsantre olur. Ancak, çocuk büyüdükçe nitelikli zaman ayırmak zorlaşır. Anne ve babanın nitelikli zaman için ciddi fedakarlıklar yapması gerekir. Fiziksel temas veya onay sözcükleri kullanmak nitelikli zaman ayırmaktan çok daha kolaydır. Zira, pek az anne ve babanın istediklerini yapacak kadar zamanları vardır ve anne ve babaların çocuklarına nitelikli zaman ayırmak için öncelikli bazı ihtiyaçlarından vazgeçmesi gerekir. Çocuklarımız ergenlik çağına yaklaştıkça, çoğunlukla yorgun olduğumuz ya da acelemiz olduğu zamanlarda yahut da duygusal olarak zayıf olduğumuz zamanlarda kendilerine zaman ayırmamızı isterler ve böyle zamanlarda nitelikli zaman geçirmek bizim için oldukça zordur.

Nitelikli zaman aslında anne ve babaların çocuklarına var olma armağınıdır. Nitelikli zaman geçirildiğinde, anne ve babalar çocuklarına "sen önemlisin, seninle birlikte olmaktan hoşlanıyorum." mesajını iletirler. Çocuk gerçekten sevildiğini hisseder. O anlarda anne ve babası tamamiyle ona aittir.

Nitelikli zaman geçirilirken önemli olan yapılan faaliyet veya gidilen yer değildir, birlikte olunmasıdır. En verimli nitelikli zaman  evde çocuk ile yalnız olunduğunda birlikte geçirilen zamandır. Birden fazla çocuk sahibi olunduğunda her çocuk ile yalnız kalınacak vakit bulmak kolay değildir, ancak her çocukla başbaşa zaman geçirilmesi gerekmektedir. 

Nitelikli zaman tatlı ve sevecen göz temasını da içermelidir. Çocuğunuzun gözlerinin içine sevgiyle bakmak sevginizi iletmenin güçlü bir yoludur. 

Nitelikli zaman geçirilirken anne ve babalar çocuklarını daha iyi tanırlar. Bir ebeveyn topa nasıl vurulacağını veya bulaşıkların nasıl yıkanacağını gösterirken genellikle çocuğunun daha önemli konulardan bahsetmesini sağlamak için gerekli ortamı yaratmış olur. Kaliteli sohbetler özellikle anne ve babanın geçmişinden bahsettikleri zamanlarda gerçekleşir. Anne ve babasının flört dönemini bilmek veya ergenken yaşadığı kaygıları bilmek çocuğun duygusal gelişimine önemli katkılar sağlar.

Ancak, küçük çocuklarla kaliteli sohbetler dikkatlerinin yoğunlaştığı yatma saatinde yapılmalıdır. Bütün çocuklar hikayeye bayılır. Hikaye okumak uykuya hazırlamak için harika bir yoldur. Bunu bir alışkanlık haline getirmek, ergenlik çağında çocuklarımızla daha kolay iletişim kurmamızı sağlar. Küçük çocuklarımızın hikayedeki olaylar ve karakterler hakkındaki hislerini ifade etmesini sağlamalıyız. Çocuklar, böylece davranışları ile duyguları arasındaki ilişkiyi keşfederler. Duygularının farkında olarak davranışlarını kontrol etme becerisine sahip olurlar. 

Çocuklarımız büyüdükçe nitelikli zaman konusunu planlamak gerekmektedir. Örneğin, yemek saatleri planlanabilir ya da ayda bir kez bir gecelik seyahatler yapılabilir. Çocuk büyüdükçe önceden planlanmadığı sürece birlikte geçirilen zaman giderek azalacaktır. 

Temel sevgi dili nitelikli zaman olan çocuklar ne diyor?


Temel sevgi dili nitelikli zaman olan çocuklar, kendisine yeterince vakit ayırılmadığı veya ilgi gösterilmediği zaman ailesinin onu gerçekten sevmediğini düşünerek büyük bir huzursuzluk yaşarlar. O nedenle çocuğumuzun temel sevgi dili nitelikli zamansa, ihtiyacı olan nitelikli zamanı sağlamak için elimizden geleni yapmalıyız.

Sekiz yaşındaki bir çocuk "Annemle babamın beni sevdiğini biliyorum, çünkü benimle birlikte zaman geçiriyorlar." diyor.

On yaşındaki bir çocuk ise "Annem beni seviyor. Benim futbol maçlarıma geliyor ve sonra birlikte yemeğe gidiyoruz. Babamın beni sevip sevmediğini bilmiyorum. Benimle pek zaman geçirmiyor." diyor.

İlgili Yazılar:



25 Şubat 2015 Çarşamba

Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili - 2 (Onay Sözleri)

Bir önceki yazımda Chapman ve Campbell tarafından ele alınan beş sevgi diline genel olarak değinmiş ve fiziksel temastan bahsetmiştim. Bu yazımda da diğer bir sevgi dili olan onay sözlerinden bahsedeceğim.

Sevgimizi ifade ederken sözcükler çok önemlidir. Çocuklar genellikle söylediğimiz her söze yürekten inandığımızı düşünürler. Bir çocuk onay sözlerinden ömrünün sonuna kadar faydalanır, ancak geçici kızgınlıklarla söylenen kırıcı sözler çocuğun özgüvenini zedeleyebilir ve yeteneklerinden şüphe duymasına neden olabilir.

Somut düşünme eğiliminde oldukları için küçük çocuklara "seni seviyorum" denirken fiziksel yakınlık kurulmalıdır. Çünkü, küçük çocuklar sözcüklerin anlamından çok daha önce duygusal mesajları alırlar. Fiziksel yakınlıkla birlikte ifade edilen şefkatli sesleri daha iyi algılarlar. Şefkat ve sevgi sözcüklerimiz çocuğumuzun kendisine dair tüm özelliklerine ve yeteneklerine duyduğumuz hayranlığımızı ifade ederken, övgü sözcüklerimiz başarı, davranış ve bilinçli hareketler gibi çocuğumuzun yaptıklarına yöneliktir. Övgü sözcüklerini çok sık kullanırsak bir süre sonra olumlu etkisini kaybeder. Zamanla çocuğumuz hak etmediği halde övüldüğünü ve bu övgünün kendisini iyi hissetmesini sağlamak için yapıldığını anlar. Ayrıca sık sık övülen bazı çocuklar bu duruma öyle alışırlar ki, övgünün doğal olduğunu düşünüp sürekli olarak övülmeyi beklerler ve övülmedikleri zaman hatalı olduklarını düşünürler. 

Çocuklarımızı daha fazla girişimde bulunmaları için onları yüreklendirmeye çalışırız. Çocuklarımızın yürümeyi, konuşmayı ya da bisiklete binmeyi öğrenmesi için cesaretli olması gerekir. Biz sözlerimizle çocuğumuzu ya cesaretlendiririz ya da cesaretini kırarız. Bu nedenle, yeni beceriler kazanırken çocuğumuzu çok iyi, harika, başarmak üzeresin gibi sözlerle cesaretlendirmeliyiz. Öte yandan, paylaşmak gibi sosyal beceriler kazanırken de çocuğumuzu cesaretlendirmemiz gerekir. Örneğin, oyuncağını arkadaşıyla paylaşan çocuğumuza "oyuncağını paylaştığını fark ettim, çok hoşuma gitti" veya arkadaşını dinleyen çocuğumuza "insanları dinlemen çok güzel" diyerek paylaşmak ve dinlemek konusunda cesaretlendirebiliriz. Çocuklarımızı yüreklendirirken yumuşak bir ses tonuyla konuşmalıyız. 

Teşvik sözcükleri özellikle çocuğumuzun belli bir konudaki gayretine yönelikse daha etkilidir. Çocukların yol gösterilmeye ihtiyaçları vardır. Belli bir dile yönlendirilerek konuşmayı öğrenirler. Belli bir toplumda yaşayarak nasıl davranmaları gerektiğini öğrenirler. Tüm çocuklar birileri tarafından yönlendirilirler. Eğer ebeveynler yönlendirmezse, bu rolü okul, televizyon, diğer büyükler veya başkalarının yönlendirdiği çocuklar üstlenecektir. Örneğin, anne ve babalar çocuklarına uyuşturucudan uzak durmalarını söylerken, sert ve acımasız bir tavır içinde olurlarsa tam aksine çocuklarını uyuşturucuya itebilirler. Olumsuz bir tavırla verilen olumlu bir mesaj daima olumsuz sonuçlara yol açacaktır. Sevecen bir tavır içinde olunmalı. Uyuşturucu kullanan kişiler için endişelendiğinizi, böyle bir yanlış seçim yapmaları nedeniyle üzüldüğünüzü gösteren sevecen bir yaklaşım sergilemek "uyuşturucudan uzak dur" demekten daha etkilidir. 

Onay sözleri çocuğumuzun temel dili ise, "seni seviyorum" sözleri daima tek başına kullanılmalı. Örneğin, "seni seviyorum, ... bunu benim için yapar mısın?" demek sevgi sözcüklerinin gücünü düşürür. 

Temel sevgi dili onay sözcükleri olan çocuklar ne diyor?


Temel sevgi dili onay sözcükleri olan çocuklar için ebeveynlerinden duydukları sözel onaydan daha önemli herhangi bir şey yoktur. Aynı şekilde sert ve  kırıcı sözler de onları çok daha fazla yaralar ve onlar için çok yıkıcıdır. Bu kelimeleri kafalarından atamazlar. O nedenle bu tür sözler için derhal özür dilenmesi gerekir. 

Sekiz yaşında bir çocuk, "Annemi seviyorum çünkü o da beni seviyor. Her gün bana beni sevdiğini söylüyor. Sanırım babam da seviyor, ama bana bunu asla söylemiyor." diyor.

Oniki yaşında kolu kırılan bir çocuk "Annemle babamın beni sevdiğini biliyorum. Kendimi iyi hissetmediğim zamanlarda ev ödevimi yapmam için beni asla zorlamadılar, daha sonra yapabileceğimi söylediler. Gösterdiğim gayretten dolayı benimle gurur duyduklarını ve başaracağımdan emin olduklarını söylediler." diyor.




23 Şubat 2015 Pazartesi

Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili - 1 (Fiziksel Temas)

Bir süre blog yazılarıma ara vermek zorunda kaldım. Zira, yazı yazarsam okuyacak vakit, okursam yazacak vakit bulamıyorum. Biraz da çocuk konusunda okumaktan sıkıldım. Araya "Yüzyıllık Yalnızlık" kitabını sıkıştırdım. Ben kitabı eline alınca bırakamayanlardanım. Bıraksam da aklım kitapta kalır. Kitap okumak geceleri uykusuz kalmamın en büyük nedenlerinden biridir. 

Bugünkü yazımın konusu okumayı yeni bitirdiğim Gary Chapman ve Dr. Ross Campbell tarafından kaleme alınan "Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili" kitabı. Okuduğum ilginç kitaplardan bir tanesi. Gary Chapman'ın daha önce çiftler için yazdığı kitabın çocuklara uyarlaması. 

Bildiğiniz gibi, hemen hemen her anne baba çocuğunu sever. Çocuğu için iyi olacağını düşündüğü şeyleri yapar. Ancak, anne babalar çocuklarını sevseler de bazen, belki çoğu zaman çocuklar karşılıksız sevildiklerini hissedemeyebilirler. Anne ve babaların en çok dikkat etmeleri gereken konu, çocuklarının kendileri tarafından karşılıksız sevildiğini hissetmelerini sağlamaktır. İnsanız, ara sıra yol kazaları olacaktır, ancak bu kazalar istisna olduğu müddetçe çocuk sevilmediği hissine kapılmaz. Eğer çocuklar anne ve babaları tarafından sevildiklerini hissederlerse, anne ve babalarının rehberliğine daha duyarlı olurlar.

Chapman ve Campbell, sevgimizi ifade edecek temel sevgi dilini konuşmadığımız sürece çocuklarımız sevildiklerini hissetmeyeceklerdir diyorlar. Beş sevgi dili vardır: fiziksel temas, onay sözleri, nitelikli zaman, armağanlar ve hizmet davranışları. Beş yaşın üstündeki çocuklar, bu sevgi dillerinden birisini temel sevgi dili olarak seçerler ve ebeveynler sevgilerini öncelikli olarak bu sevgi dilinde ifade ederlerse sevildiklerini daha iyi hissederler. Tabii ki, bu temel sevgi dilinin yanında diğer sevgi dillerinde de sevgimizi göstermeye devam etmeliyiz. Ama çocuğumuzun temel sevgi dilinde sevgimizi ifade etmeye daha çok dikkat etmeliyiz. Ayrıca, çocuklarımızın temel sevgi dilleri zamanla değişebilir. Bu nedenle, her zaman çocuğumuzun sevgi dilinde değişim olup olmadığına duyarlı olmalıyız. Ancak, beş yaşın altındaki çocuklarımızın temel sevgi dilini anlamak kolay değildir. Bazı ipuçları verebilirler, fakat nadiren temel sevgi dili anlaşılabilir. Bu nedenle beş yaşın altındaki çocuklarımız için beş sevgi dilini de kullanmalıyız. Çocuğumuz büyüdüğünde beş sevgi dilinden birisini temel sevgi dili olarak seçse de beşine de ihtiyacı vardır. Temel sevgi dili dışındaki diğer sevgi dillerinde de sevilen bir çocuk, yetişkinlik döneminde temel sevgi dili kendisinden farklı bir kişiyle karşılaştığında, bu kişinin ihtiyacı olan temel sevgi dilinde de sevgisini göstermeyi bilir. 

Fiziksel Temas:


Kucağa alınan ve öpülen bebeklerin duygusal hayatı diğer bebeklere nazaran daha sağlıklıdır. Aslında fiziksel temas sevgi dilleri arasında en kolay uygulanabilenidir; çünkü, fiziksel temas için özel bir olaya veya mazerete gerek yoktur.  Ancak, dokunmak sadece kucaklamak ve öpmekle sınırlı değildir. Çocuğun sırtını sıvazlamak, kolunu veya omzunu tutmak, sırtınızda taşımak, masal okurken kucağınıza oturtmak, güreşmek de fiziksel temas içerir. Araştırmalar birçok ebeveynin çocuklarına sadece giydirmek, soymak, arabaya bindirmek, yatağına taşımak gibi gereklilikler halinde dokunduğunu göstermektedir. Her gün okula giderken çocuğunuzu kucaklamak çocuğunuzun güvenli bir sığınak olan evin dışındaki yaşantıda kendisini güvenli hissetmesini sağlayacaktır. Okuldan gelince çocuğunuzu kucaklamak da çocuğa güvenli sığınağında olduğu hissini verip evin dışındaki olumsuzlukları dışarıda bırakmasını ve huzura kavuşmasını kolaylaştıracaktır. 

Genellikle erkek çocukları kız çocuklarına göre daha az fiziksel sevgi görür. Ancak, erkek çocuklarının da en az kız çocukları kadar fiziksel temasa ihtiyaçları vardır. 

Ergenlik öncesinde kızlar babaları tarafından sevildiklerine dair bir takım işaretler ararlar ve bu ihtiyaç onbir yaş civarında doruğa ulaşır. Kızların karşı cinsle sağlıklı bir ilişki kurabilmelerinin anahtarı babanın kızına fiziksel temas yoluyla da sevdiğini göstermeye devam etmesidir.

Çocuğunuz ergen olduğunda kucaklanmak veya öpülmek gibi fiziksel temaslardan kaçınabilir. Özellikle arkadaşlarının yanında bu tür davranışlar sergilenmesinden hoşlanmazlar. Ancak, bu durum ergenlerin fiziksel temasa ihtiyaç duymadığı anlamına gelmemektedir. Bu nedenle çocuğunuz ergen olduğunda kucaklamak ve öpmek dışındaki dokunma yöntemlerden yararlanmanız gerekebilir. Örneğin, ergen çocuğunuza masaj yapmak veya omzunu sıvazlamak da fiziksel temastır.

Temel sevgi dili fiziksel temas olan çocuklar ne diyor?


Yedi yaşında bir çocuk diyor ki: "Annemin beni sevdiğini biliyorum, çünkü bana sarılıyor."

Oniki yaşında annesiyle yaşayan bir çocuk özellikle babası tarafından sevildiğini hissediyor ve "Çünkü babamı her görmeye gittiğimde babam bana sarılıyor, öpüyor. Annemin de beni sevdiğini biliyorum, benim için bir sürü şey yapıyor, ancak keşke annem de babam gibi sarılsa" diyor.


İlgili Yazılar:





Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili - 5 (Hizmet Davranışları)



12 Şubat 2015 Perşembe

Bugünlerde Canımı Sıkan Bir Şey Var

Bugünlerde canımı sıkan bir şey var. Kimilerinin çocuk sahibi olunca aman okumaya ne gerek var, analarımız bizi yetiştirmişler fena mı olmuşuz gül gibi geçinip gidiyoruz işte veya bu mükemmel çocuk yetiştirme merakı nedir gibi yorumları beni bunaltıyor. Bu tür yorumların bir kısmı çoluk çocuk sahibi kişilerden geliyor, hadi bunları geçeyim. Ya çocuk sahibi olmayanların bazen sırf polemik için bu mevzuları deşip durması can sıkıcı. Kendi kendime kızım dur ağzını açma, düşüncesini söylesin, sen de sus burda bitsin iş diyorum. Yok edemiyorum, illa fikrimi söyleyecem. Ben de hastalık! Bir konuda bir fikrim varsa sadece kendime saklayamıyorum. İlla anlatacam. Şöyle tebessüm edip susuveren insanlara bayılıyorum. O büyüklük bana da uğrar mı acaba? Ne diyeyim işte herkesin kendi doğrusu var!

Okumanın bir zararını görmedim. Derdim mükemmel bir çocuk yetiştirmek de değil. Zaten çocuk sahibi olanlar bilir, öyle bir kavram yok! Çocuğun kendine has bir karakteri var. Örneğin, çocuğun girişken değilse girişken yapamıyorsun. Olmaz yani! Benim derdim çocuğu bir kalıba sokmak değil. Çocuğa doğru yanlış nedir göstermek!

Bir de şu ağlatma meselesi. Ağlatmamak yanlış!!! Kardeşim çocuk her ağladığında evet yanındayım. Ama ağlamasına izin vermiyor değilim. Ağlamak istiyorsa ağlasın tabiki. İlla teselli edip susturmak gibi bir derdim yok, ama kucağımda annesinin ilgisini hissederek ağlasın derdim. Ayrıca da uyku eğitimini de ağlatarak vermeye pek taraftar değilim. Ama oyuncak aldırma isteğine hayır dediğim için ağlıyorsa, evet ağlasın, ama bir köşede ağlasın diye bırakıp gitmeye karşıyım arkadaş. Geliyorsa kucağıma alır, neden almayacağımı anlatırım, sarılırım, yok kucağıma gelmiyorsa yanında dururum, sakinleşinceye kadar. Bunu da bir türlü anlatamıyorum!

İşte böyle...

11 Şubat 2015 Çarşamba

Eğitimde Ödev Sorunu

Okullar henüz açılmışken bugün gelen kar tatili ve Selçuk S. Şirin'in eğitim üzerine twitleri bugünkü yazıma ilham oldular. Çevremdeki ailelerden gördüğüm kadarıyla ilkokul döneminde en sıkıntılı konu ödevlerin yapılması. Okul çağında çocuğu olan arkadaşlarıma ya yapmıyorsa bırak üstüne düşme dersem, yanıt olarak "seninki okul çağına gelince seni de görürüz" cümlesi geliyor. Halbuki genel olarak başarılı bir okul hayatı olan ben ilkokulda son derece başarısızdım. Şimdi geriye dönüp baktığımda aslında bir okula uyum sorunum olduğunu görüyorum. Benden büyük kardeşlerim vardı. Okula başlamadan onlardan hevesenip bir defter edinmiştim, onlara bir cümle yazdırır alt satıra da aynısını kendim yazmaya çalışırdım. Hatta "Sibel ile Kuzucuk" kitabını muhtemelen sürekli okutmaktan ezberlediğimden okuyabiliyordum. Annem 1'den 100'e kadar saymayı öğretmişti. Düşünüyorum da aslında evde farkında olmadan bir anaokulu eğitimi almışım.

Okula başlamak konusunda çok hevesli değildim ama. Babamın benden büyük kardeşlerime derslerine çalışmaları konusundaki baskısından biraz ürkmüştüm sanırım. Babam okumak istemiş, ama babası izin vermemişti. O yüzden okumak içinde kalmış, çocukları okusun diye de kendini hırpalamıştı. 

İlk gün ilk dikkatimi çeken şey çocukların çoğunun anne ve babalarından ayrılırken ağlamaları olmuştu. Anlam verememiştim, ağlayacak ne var ki diyordum. Sonra öğretmen muhtemelen kalem tutmayı öğrenmemiz ve el kaslarımızı geliştirmemiz için defterlerimize düz çizgi çekmemizi istedi. Benim için çocuk oyuncağı idi. Hemen bir sayfa her satırı dolduracak şekilde düz çizgi çektim. Öğretmen sınıfı dolaşıp yaptıklarımıza bakıyordu. Ben takdir edilmeyi beklerken, doldurduğum sayfanın üzerine kırmızı tükenmez kalemi ile kocaman bir çarpı işareti (siz deyin X) attı. Sonra başka bir sayfaya aynı çizgileri satır atlayarak yapmamı göstermek için, ilk satıra 3 tane çizgi çekti, sonra satır atlayıp 2 tane daha çizgi çekti ve böyle yap dedi. Bu görüntüler halen capcanlı bir şekilde hafızamdadır. Bir öğretmenlik yaklaşımından ne kadar uzak! Amaç çocuğun çizgi çekmesini sağlamak, defterinde çizgilerin daha güzel görünmesini sağlamak değil! Her işte bir hayır vardır ya çok kalabalık olduğu için sınıfı  böldüler. Böylece hayatıma damgasını vuracak, gerçek anlamda bir öğretmen olan ilkokul öğretmenimle tanıştım. Ama uyum sorunum uzunca bir süre devam etti.

Birinci yaz tatilimin sonunda ablam okumayı unuttuğumu fark etti. Yaz tatili boyunca hiçbir şey okumamıştım ve okumakta zorlanıyordum. Ablam okullar açılmadan önceki 15 gün boyunca çalıştırıp tekrar okumayı öğretti. O dönemde "Ayşegül ve Kuklaları" kabusum olmuştu. Okumaktan nefret ediyordum, çünkü her sayfadaki yazılar oldukça uzundu. 

Ödevlerimi yapmadığım olurdu. Öğretmen sanırım her zaman ödevlerimizi yapıp yapmadığımızı kontrol etmiyordu. Annem de belki sadece ödevini yaptın mı diye soruyordu, ama yapıp yapmadığımı kontrol etmiyordu. Bir keresinde yine ödevimin yarısını yapmış yarısını yapmamıştım. Ertesi gün öğretmen ödevleri kontrol etti. Ben tahtaya kaldırılıp "tembel çocuk" şarkısının söylenmesini göze almıştım. Aman ne olacak şarkıyı söylerler yerime otururum diyordum. Önümdeki sırada oturan çalışkan ve ödevlerini her zaman yapan bir çocuk da o gün yarım yapmıştı sanırım, öğretmen tahtaya kalkmasını söyleyince ağlamaya başladı. Ben bunun için neden ağlıyor diye gene şaşırmıştım. 

İlkokul ikinci sınıftayım. Meşhur uzun kenar kısa kenarın iki katı olduğu matematik problemlerini yapamıyordum. Yazılılardan da genelde başarısız ya da geçer alıyordum. Babam ablamdan beni çalıştırmasını istedi. Ama belli ki canım çalışmak istemiyor ve kendimi veremiyorum. Ablam devamlı olarak, uzun kenarda kısa kenardan iki tane var diyor ve bana neymiş diye soruyor. Ben de her seferinde "uzun kenardan kısa kenarda iki tane var." diyorum. Ablam gerilmeye başladı, ben de içimden bir önce söylediğinin tersini söylesen kurtulacaksın, tersini söyle diyorum kendi kendime. Ama tersini söylüyorum diye düşünerek her seferinde "uzun kenardan kısa kenarda iki tane var." diyorum. Ablam 10 kez anlatmıştır. O geriliyor, ben geriliyorum. En sonunda sinirlenip ders çalıştırmayı bıraktı. Sonra başka bir kardeşim anlatmaya başladı. Sonuç yine aynı. Kendi kendime kızıyorum, yahu bir önceki söylediğinin tersini söylemek bu kadar zor mu diyorum, söyleneni ezberlemeye çalışıyorum. Ama olmuyor. Sürece babam da dahil oldu. Dört-beş kez de babam anlattı. Sonra yakamı nasıl bıraktılar hatırlamıyorum. Bir şekilde ya doğrusunu söyledim ya da kafamın çalışmadığına karar verip benle uğraşmayı bırakmış olabilirler :)

Üçüncü sınıfta ders notlarım düzeldi. Ama hatırladığım kadarıyla ben yine fazladan ders çalışmadım. Sanırım sadece okula alıştım ve bir de beni kendi halime bıraktılar sanırım. 

Bunları neden anlattım. Bir kere bize verilen ödevleri yapmak saatlerimizi almazdı. En fazla 1 saat diye hatırlıyorum ki, benim ona rağmen yapmadığım olurdu. Şimdi saatlerce sürüyor ödevler ve bu kadar çok ödev insafsızlık. Nitekim, Selçuk S. Şirin yazılarında ilkokul döneminde ödevin faydasının çok fazla olmadığını istatistiklerle anlatıyor. Bir de 15 tatillerde veya yaz tatillerinde çocuklara ödevler verilmesi saçmalık.  Bizim dönemimizde bu tatil ödevlerini yapanlar azınlıktaydı ve öğretmenler de yapanlara aferin der, yapmayanlara hiçbir şey demezdi. Ben de yapmazdım, ama ilk gün yapmamanın sıkıntısını da çekerdim. Oku denilebilir en fazla, ama ne olursa, kitap olur, çizgi roman olur, ne olursa olur. İkincisi, öğretmenler ödevlerimizi yapmadığımız için velilerimizi çağırmaz, onları suçlamazdı. Ancak, bir çocuk çok yaramaz ve öğrenemiyorsa çağırırdı. O zaman velin gelsin denirdi. Üçüncüsü, şekilci olmaya gerek yok, amaç öğretmek olmalı. Ne şekilde yapıldığı çok da önemli olmamalı. Benim ilk öğretmenimin defterime çarpı atması gibi bir uygulama ancak çocuğu okuldan soğutur. Dördüncüsü, çocuk iki kez anlattığınız halde anlamıyorsa ara verin, sıkılmış demek ki. Beşincisi, ödevlerini yapması için baskı yapmayın, çocuğu ödev yapmaktan soğutursunuz. Ödev onun sorumluluğu. Birisi bir şeyi bana ne kadar çok yap derse, ben o kadar çok yapmak istemezdim. Altıncısı, ilkokul öğretmeni çok önemli, çocuğun okulla ilk tanıştığında karşılaştığı öğretmen okul hayatındaki başarısını ciddi şekilde etkiliyor. Eğitim dönemiyle ilgili her şeyin temeli ilkokulda atılıyor. Son olarak, okul öncesi eğitim çocuğa katma değeri en yüksek eğitim dönemi, es geçmeyin, ciddiye alın!

İyi bir kar tatili diliyorum...



Bu konuda daha fazla okumak isterseniz:



5 Şubat 2015 Perşembe

Bir Çocuk Kitabı Bloğu - bikipak.blogspot.com.tr

Daha önceki bir yazımda çocuk kitapları konusunda takip ettiğim www.birdolapkitap.com ve  www.iyikitap.net sitelerinden bahsetmiştim. Şimdi de son zamanlarda keşfettiğim ve takip ettiğim çocuk kitaplarına dair bir bloğu sizlerle paylaşmak istiyorum: bikipak.blogspot.com.tr 

Anne Tuğba, kızı Deniz'e okuduğu kitaplar hakkında detaylı bilgiler veriyor. Çanakkale'de yaşıyorlar. Anladığım kadarıyla bir konuda da şanslılar. Ulaşabildikleri bir çocuk kütüphanesi var ve kütüphaneden çokça faydalanıyorlar. Keşke benim de böyle kolaylıkla ulaşabileceğim bir çocuk kütüphanesi olsaydı.

Amerika'da en çok hoşuma giden şeylerden bir tanesi, kütüphanecilikleri. Kapıları ardına kadar herkese açık. Özellikle çocuklar için pekçok faaliyet düzenliyorlar. Daha 6 aylık bebekler için bile faaliyetleri var. Kütüphanelerde kitapların yanı sıra e-kitaplar, sesli kitaplar, müzik cdleri ve filmler de bulunuyor. İnternet üzerinden de istediğiniz filmleri, kitapları, müzik albümlerini rezerve edebiliyorsunuz. Özellikle çocukları kütüphanelerle ve kitaplarla tanıştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Hemen her kütüphanenin çocuk bölümü var. İstanbul'daki çocuk kütüphanlerini aradığımda az sayıda ve çoğunun Anadolu yakasında olduğunu gördüm. O yüzden Kadıköy'e mi taşınsak diye bazen düşünmüyor değilim! Kadıköy, çocuk tiyatroları dahil İstanbul'daki sosyal faaliyetlerin pek çoğuna ev sahipliği yapıyor. 

Keyifli okumalar...



4 Şubat 2015 Çarşamba

Teknoloji ve Çocuklarımız

"Daha Sade Bir Hayat" kitabını okuyup öğrendiklerimi ve uyguladıklarımı daha önce yazmıştım. Merak edenler bu bağlantıdan okuyabilirler. Kitapta ekranları azaltmak deyimi kullanılıyordu. Yani sadece TV seyrettirmemek yetmez, bilgisayarlara, ipad gibi tabletlere, iphone gibi akıllı telefonlara da çocukların ulaşımını mümkün olduğunca kısıtlamak gerekiyor. Bazen görüyorum televizyon seyrettirmiyoruz deniyor, ama çocukların ellerinde tablet ya da anne babalarının akıllı telefonları var. Yazın çocukların bir gölgede ellerinde tabletlerle sohbet etmeleri artık yadırganmayan bir durum oldu. Eskiden çocuklar kendilerine bisiklet ya da misket aldırmak için annelerinin başının etini yerken şimdi akıllı telefonlar için çocuklar annelerinin başının etini yiyor. Çocukların halen gelişme dönemindeki beyinlerinin cep telefonlarının  ve kablosuz (wireless) internet bağlantılarının yaydığı sinyallere maruz kalması beni endişelendiriyor. Aşağıdaki ilk bağlantı WHO'nun web sitesinde yayımlanmış ve cep telefonlarının yaydığı elektromanyetik dalgaların kansorejen olduğu belirten bir yazıya ilişkin.

Uzunca bir süre kablolu internet kullandım. Ama oturduğum apartmanda herkes kablosuz internet kullanıyor. Ben kullanmasam bile diğerleri kullanınca yine de maruz kalıyoruz. Ben de kablosuz (wireless) internet kullanmaya başladım. Ama içim içimi yiyor, sağda solda yayımlanan  ne kadar zararlı olduklarına dair araştırmalar endişelerimi daha da artırıyor. Öte yandan, çalıştığımız plazalarda da yine aynı dert. Her yer kablolarla, kablosuz internet bağlantıları ve cep telefonları ile dolu.

Eskisi gibi çocukların koşup oynayabilecekleri arkadaşlık kurabilecekleri alan yok. Evimin olduğu yer İstanbul'un pekçok yerine göre park ve bahçelerle dolu. Ancak, oyun oynayacak çocuk yok. Zaten Türk anneleri olarak soğuk konusunda evhamlı olduğumuzdan bir çoğumuz kış günlerinde çocuklarımızı parka bahçeye çıkarmıyoruz. Salıncaklar ve kaykaylar anneler tarafından yüz kez siliniyor. Bi rahat olamıyoruz! Biz olsak çevremizdekiler olmuyor :) Velhasıl park olsa bile ortalıkta çocuk yok. Mecburen çocukları bakacak birileri olsa bile arkadaş edinsin, sosyalleşsin diye kreşlere, oyun gruplarına veriyoruz. Oralar da bana doğal gelmiyor. Başlarında bir öğretmen ile çeşitli aktiviteler yapıyorlar. Çocukların serbest, kafalarına göre kurallar koyarak oynadıkları oyunlar giderek azalıyor. Doğal bir çocukluk yaşayamamaları beni üzüyor. Ama yapılabilecek çok fazla bir şey de yok.

Şehir plancılarımız da gayet güzel çalışıyor. Bir yerde azıcık fazla yeşillik olsun, etrafına yüksek yüksek bloklar dikip park manzarasının rantını çıkarmaya çalışıyorlar. Hatta parkı nasıl tırtıklarızın peşine düşüyorlar. Hayran olduğumuz ya da kimimizin nefret ettiği Amerika'da Manhattan'ın ortasında devasa bir park var. Yine her gittiğiniz meydanda küçük bir park. Keza İngiltere öyle.  O parklara girer şehrin gürültüsünden, araba seslerinden uzak, kuş cıvıltılarını dinlediğiniz, stresten arındığınız güzel zamanlar geçirirsiniz. Sağı solu yol olan Ankara'daki Kuğulu Park'a girince sanki sihir yapılmış gibi araba seslerini duymazsınız. İki gündür İstanbul'daki Emirgan Parkı'nın yanındaki araziye otel yapılacağı konuşuluyor. Köşe yazarı Güngör Uras, Büyükşehir Belediye Başkanı'na seslenip gel burayı da yeşil alan yap demiş. Keşke dursalar, ama bir aya kalmaz dozerler girer. 

28 Ocak 2015 Çarşamba

Üç Kitap Tavsiyesi - Sineklerin Tanrısı - Gergedanlar Krep Yemez - Köpekler Bale Yapmaz

Dün akşam filmini çok önceleri seyrettiğim bir kitabı okumayı bitirdim. Kitap bittiğinde bir süre etkisinden  kurtulamadım: William Golding'in Sineklerin Tanrısı (Lord of the Flies). Mina Urgan tarafından Türkçe'ye çevrilmiş ve İş Bankası Kültür Yayınları arasında yer alıyor. Mina Urgan'ın sonsözünü okuduktan sonra, edindiğim yeni bakış açısıyla bir kez daha okumaya karar verdim. Tabii ki bi süre geçtikten sonra. 1970'li yıllarda Türkiye'deki bazı okullarda İngilizce dersinde bu kitap okutulmuş. Daha lise yıllarında saatte 50 sayfa okuyabilmek gibi neredeyse insanüstü bir okuma hızına tanıklık ettiğim liseden bir arkadaşım bu kitabı ortaokul yıllarında 4-5 kez okuduğunu söylemişti, ilk okuduğunda yaşı biraz küçükmüş ve dehşete kapılmış. Hakikaten dehşete kapılınmayacak gibi değil. Ben bu yaşta dehşete kapıldım desem yeri. En uygar insanların bile bir gün karanlık yöne dönmeyeceğine dair tam bir güvence yok. Ama aydınlığa dair umut da her daim var. Mina Urgan'ın sonsözü olan bir kopyasının mutlaka kitaplığınızda yer almasını tavsiye ederim. Kitap bana bebeklerin davranış biçimlerine dair Facebook'ta yer alan çok güzel bir videoyu hatırlattı, bağlantısını aşağıda veriyorum. 

Diğer kitap tavsiyelerim Anne Kemp'e ait  Gergedanlar Krep Yemez ve Köpekler Bale Yapmaz  adlı resimli çocuk kitapları. Bir arkadaşımın dikkatimi çektiği kitapların ismi hem çok orjinal hem de çok şirin. İnsanda merak uyandırıyor. Kitapların çizimlerini de beğendim. Gergedanlar Krep Yemez kitabında anne ve babaların çocuklarının sözlerini dinliyormuş gibi yapmaları çaktırmadan eğlenceli bir şekilde hicvedilirken çocukların geniş hayal güçleri de vurgulanıyor.  Köpekler Bale Yapmaz kitabında ise anne ve babaların önyargıları yine çaktırılmadan hicvediliyor. Daha Sade Bir Hayat kitabını okumadan önce maalesef yanlış bir şekilde çok kısa bir süre içinde oğluma 10-15 tane yeni kitap sunmuştum, oğlum da o kitaplar arasından bu iki kitap ile Sakar Cadı serisinin belki de en eğlenceli kitaplarından birisi olan Sakar Cadı Vini kitabıyla ilgilenmişti. Gergedanlar Krep Yemez ve Köpekler Bale Yapmaz oğlumun şu an uyumadan önce okuttuğu favori kitaplarından.

İyi eğlenceler...


Ahlakın Evrimsel Kökenleri



27 Ocak 2015 Salı

Okul Öncesi Eğitim - Selçuk R. Şirin

Son dönemde takip ettiğim köşe yazarlarından bir tanesi Selçuk R. Şirin. Çok güzel yazıları ve yazılarında paylaştığı çok faydalı grafik ve tablolar var. Selçuk R. Şirin, okul öncesi eğitimin gerekliliğine ve önemine dair pekçok yazı yazıyor. Aşağıya alıntıladığım bölüm Birgün gazetesine verdiği bir ropörtajdan. Yazının tamamını bu bağlantıdan okuyabilirsiniz. Eğer çocuğunuzun geleceğine yatrım yapmak istiyorsanız, öncelikle okul öncesi eğitime yatırım yapın.

Yine okul öncesi dönemde imkanınız varsa, ikinci bir dil ile tanıştırın. Çocuğunuzun gelişimine çok büyük katkı sağlayacağınıza emin olabilirsiniz. 

Görüşmek üzere...

"Okul öncesi eğitime katılım oranının en düşük olduğu ülke Türkiye. Bunun nasıl sonuçları olur?
Dünyada eğitimle ilgili araştırmalardan çıkan en somut sonuçlardan birine dayanarak, eğer 1 liranız varsa, bunu nereye yatırmanız lazım, sorusunun cevabını biliyoruz artık: Okul öncesi eğitim. Oraya yatırdığınız her bir dolar yedi dolar olarak geri geliyor. Bu veri Nobel ekonomi ödülü alan çalışmadandır. Çocuğun beyni en hızlı okul öncesi eğitim döneminde değişir, gelişir. O dönemde çocuğa ne kadar uyarıcı verirseniz o kadar faydası var. Bunun da çok çocuklu, eğitim kaynaklarının sınırlı olduğu, televizyondan başka eğlencenin olmadığı ortamlarda verilmesi mümkün değil. Türkiye’deki durum bu. Türkiye’nin en çok ihtiyaç duyduğu eğitim alanlardan biri okul öncesi. Ama katılım yüzde 30 seviyesinde. Avrupa’nın hiçbir ülkesinde yüzde 80’in altında değil bu, çoğu yüzde 95-100 seviyesinde. Türkiye’de kaliteli okul öncesi eğitim çok sınırlı. Gelir ve eğitim seviyesi yüksek aileler yararlanıyor, asıl yararlanması gereken kesim de maalesef yararlanamıyor. Ya kurum yok ya da varsa çok pahalı."

23 Ocak 2015 Cuma

Ek (Katı) Gıdaya Geçiş

Bazı anneler ek gıdaya geçmek konusunda sabırsızlanır. Ben ilk ayki emzirme güçlüğü sonrasında emzirmenin konforunu yaşamaya başlayınca ek gıdaya geçmek konusunda isteksizdim. Çevremdekilerden bebekleri 3 aylıkken ek gıdaya başladıkları, ne yedilerse en azından onun suyunu verdikleri gibi öyküleri ve yazın sıcaklarda su verilmesi gerekir gibi tavsiyeleri bol bol dinledim. Eğer ilk 6 ay bebeğinize sadece anne sütü veriyorsanız su vermenize gerek yok. Anne sütü bebeğin su dahil her türlü ihtiyacını karşılamak üzere dizayn edilmiştir. Dediğim gibi ek gıdaya başlamak konusunda hevesli olmadığımdan oğluma ilk sebze püresini 6,5 aylıkken verdim.

  • İlk bir yıl halen ana besin kaynağı anne sütü olması gerekirken, bizde ilk bir yılda ek gıdalar ana besin kaynağı, anne sütü de tamamlayıcı gibi kullanılır. Genellikle doktorlar da bu şekilde yönlendirir. Ek gıdalara başlamanın nedeni, çocuğun başka besin kaynaklarına alışmasını sağlamak ve anne sütü emerken alerji ve çölyak hastalığı riski daha az olacağı için bebeği bu tür risklerden korumaktır. 
  • Dünya’daki WHO, UNICEF, AAP, ESPGAN gibi kuruluşlar öncelikli olarak verilmesi gereken besinler konusunda bir belirleme yapmamışlardı. Daha çok hangi besinleri hangi aylardan önce vermek sakıncalı veya hangi besinler alerjik gibi bilgilendirmeler yapmaktadırlar. Carlos González’e ait “Çocuğum Yemek Yemiyor” kitabında bu konuda ayrıntılı bilgiler verilmiş. 
  • Ek gıdaya başlamak için ilk olarak bebeğinizin belli bir fiziksel olgunlukta olması gerekiyor. Yardım olmaksızın oturabilmeli. Ben ek gıdaya başladığımda oğlum desteksiz oturamıyordu. Bu nedenle hilal şeklindeki emzirme yastıklarına ya da mama sandalyesine oturtup yedirdim. 
  • Bebeğinizin kaşıkla yemeye hazır olması gerekir. Bu ne demek? Kaşığı diliyle itmesine neden olan reflekslerinin sona ermiş olması gerekiyor. Aksi halde, kaşığı diliyle itecektir. 
  • Bebeğiniz, 4-6 ay arasında siz yemek yerken o da sizi ilgiyle seyrediyorsa, hatta yutkunuyorsa, siz kaşığı uzattığınızda ağzını açıyorsa yemek yemeye ilgi gösteriyordur ve ek gıdaya hazır demektir. 
  • Açlığını ve tokluğunu ifade edebiliyor olmalı. Yani karnı tok olduğunda veya yemek istemediğinde başını başka tarafa çeviriyorsa veya aç olduğunda ağzını açıp öne doğru hamle yapıyorsa açlığını ve tokluğunu ifade edebiliyordur. 
  • İlk denemelerde miktar 2-3 çay kaşığı kadar olmalı. Çocuğunuz yemek istemiyorsa asla ısrar etmeyin. Yani teklif var ısrar yok! Hemen yemek yedirmeyi bırakın. Tekrar hatırlatayım ilk bir yıl halen ana besin kaynağı anne sütü olmalıdır. Amaç daha çok tatlara alışmasını ve ihtiyacı varsa ek enerji kaynağı sağlamaktır. 
  • Bebeğinizin yeterince anne sütünü de almasını sağlamak bakımından emzirdikten en az 45 dakika sonra ek gıda verin. Ayrıca, aç olursa zaten emmek isteyecek ek gıdayı denemeyecektir. Emzirdikten hemen sonra yedirmek de karnı tok olduğu için mümkün olmayacaktır. 
  • Alerjik besinlerin geç verilmesinin tercih edilmesinin nedeni, ne kadar erken verilirse alerji geliştirme ihtimali o kadar yüksek olduğu içindir. Ailenizden birisinin alerjik olduğu besini ilk bir yıl vermeyin.  
  • Katkı maddeli besinleri tercih etmeyin. Mevsime uygun doğal ve taze ürünler seçin. 
  • İlk bir yıl kesinlikle tuz ve şeker kullanmayın. Tuzdan ilk iki yıl, şekerden de mümkün olduğunca uzak durulmasında fayda var. Ben halen tuz atmadan önce oğlumun yiyeceğini ayırıyorum. 
  • İlk kez denenecek sebze ve meyveler en az bir hafta arayla denenmeli ki, alerjik reaksiyon olması durumunda hangi besinin neden olduğu kolayca anlaşılsın. 
  • Bebeğinizin ne yediğini günlük yerine haftalık takip edin. 
  • Her bir ürün grubundan çeşit çeşit yedirmeniz gerekmez. Birinci grup, süt ürünlerinden oluşur. İkinci grup et, yumurta, kurubaklagil ve yağlı tohumlardan oluşur. Üçüncü grup sebze ve meyvelerden oluşur. Bu grupların hepsinden tüketsin, ama her gruptaki besinlerden çocuğunuz hangisini seviyorsa onu yesin. Kurufasülye yiyor, nohut yemiyorsa sorun etmeyin. Sebze ve meyvelerin beyaz, turuncu, yeşil, mor gibi farklı renklerini tüketmesini sağlayın. Örneğin, havuç turuncu, bezelye yeşil, karnabahar beyaz renkli gruba girer. Bu konuda www.beslenme.gov.tr iyi bir kaynak. Yine yeterli ve dengeli beslenme kısmında pişirme yöntemleri hakkında da bilgi veriliyor. Sebzeleri önce yıkayıp sonra doğrayın. Bakıcılar bu kısmı ihmal edebiliyor. 
  • Ek gıdalar blendırdan geçirilerek değil, çatalla ezilerek bebeğe sunulur. İlk zaman çok az bir su ile sulandırmak yutmayı kolaylaştıracaktır. Yine zeytinyağı koymak kaloriyi artıracaktır. Yağlar konusunda zeytinyağı ilk tercihiniz olsun. 
  • Sebzeleri buharda pişirme yöntemini tercih edin. Hem daha çabuk pişiyorlar hem de vitamin kaybı daha az oluyor. İllaki buharda pişirmek için özel tencereler almak gerekmiyor. Pekçok zücaciyede ve markette bulunan delikli çelik bir aparat kullanarak herhangi sıradan tencere ile sebzeleri buharda pişirmek mümkün. Ben bu aparat ile pişirdim. Çok kullanışlı. Bir yaşından sonra bebeğiniz için ayrı yemek pişirmeyi bırakabilir, yemeğe tuz atmadan çocuğunuz için gerekli miktarı ayırabilirsiniz. 
  • Çoğunluğu sudan oluşan çorbalar yerine sebze pürelerini tercih edin. Zira midesi çok küçük olduğu için 2 kaşık çoğunluğu su olan çorba yerine 1 kaşık sebze püresi çocuğun çok daha fazla vitamin almasını sağlar. 
  • Genellikle doktorlar sebze püresi, meyve püresi veya yoğurt seçeneklerinden birisi ile ek gıdaya başlanmasını tavsiye ederler. İlk olarak da meyve püreleri tanıtılır. Aslında ilk olarak sebze püresinden başlamak daha doğru olacaktır. Bebekler meyve pürelerini daha iştahlı yemektedirler. Bu nedenle ilk bir hafta sadece sebze püreleri verin. Daha sonra meyve pürelerini ekleyin. 
  • İlk denenecek sebze püreleri mevsime uygun sebzelerden seçilmeli. İlk püre patates ve havuçtan oluşabilir. Sonra sırasıyla mevsim sebzeleri denenebilir. Ben kış olduğu ve gaz sorunumuz pek olmadığı için karnabahar, brokoli ile yazdan dondurduğum bezelye ve taze fasulye ile başlamıştım. Bu sebzelere de sadece havuç ilave etmiştim. Biraz da ince bulgur koyuyordum. Böylece sebze pürelerim genellikle üçten fazla besin içermiyordu. Fazla çeşit hem alerjik sebzeyi belirlemekte hem de tatların farklarının anlaşılmasında güçlük yaratıyor. 
  • Sebze pürelerinin içine ince bulgur veya pirinç ilave edebilirsiniz. Ancak buğday, yulaf, çavdar ve arpa gibi glüten içeren tahılların başlangıçta çok az miktarda verilmesi gerekiyor. Çünkü, çok fazla verilmesi çölyak hastalığı nöbetlerinr neden olabiliyormuş. Pirinç glüten içermiyor, ama buğday kadar faydalı değil. 
  • Ispanak, pancar gibi nitrat değeri yüksek ürünleri onuncu aydan önce yedirmeyin. 
  • Patlıcan ve baklayı 1 yaşından önce vermeyin. 
  • İlk meyve püreleri için elma, armut ve muz gibi meyveleri tercih edin. Meyveleri rendelerken cam rende kullanın. Muz kabızlığa yol açabilir. Kivi ve turunçgiller gibi meyvelere dokuzuncu aydan sonra başlamak öneriliyor. Yine çilek alerjik bir meyvedir. Çok bilinen bir turunçgil olarak portakal da alerjiktir. O yüzden başka sebze ve meyveleri tatlandırıcı olarak portakal suyu kullanmayın. Domates de aslında bir meyvedir ve alerjiktir. 
  • Sekizinci aydan itibaren kırmızı et ek gıdalar arasında yerini almalıdır. Kasapta 2 veya 3 kez çektirerek bebek tarafından yenilmesini kolaylaştırabilirsiniz. Demir bakımından zengin bir besindir. 
  • Yoğurt ülkemizde bebeğe ilk tattırılan besinlerdendir. İnek sütü alerjik olduğundan bir yaşından sonra çocuklara verilmesi öneriliyor. Sadece inek sütü alerjisi teşhisi konulunca bebeğe sütten yapılan yoğurt, peynir gibi diğer ürünler de ilk bir yıl, daha doğrusu alerji geçinceye kadar yedirilmiyor. Bebek anne sütü alıyorsa, anne de süt ve süt ürünlerini alerji geçinceye veya bebeği sütten kesinceye kadar yemiyor. Carlos González, aynı şekilde yoğurt, peynir gibi süt ürünlerinin de çocuğa inek sütü gibi bir yaşından sonra verilmesini öneriyor. Ben de oğluma yoğurt vermeye yedinci ayın içinde başladım. O zaman böyle bir bilgiye sahip değildim. Bilseydim ne yapardım çok emin değilim. Ama şu anki düşüncem yedinci ay yerine belki dokuzuncu ay gibi biraz daha geç bir zamanda yoğurt ve peynire başlamak, ama bir yaşından sonra değil. Zira bir yaşından sonra çocuklarda Carlos González’in de bahsettiği genel bir iştahsızlık oluyor. O dönemde yoğurda alıştırmak daha zor olabilir. Ayrıca, yoğurdu başka ürünlerle karıştırıp vermeyin. Yoğurdu sade olarak verin, yoksa yoğurdun tadına alışmayacaktır. Yemiyorsa ısrar etmeyin, ama denemeye devam edin. Oğlum yoğurdu ilk bir iki hafta iştahla yerken, sonraki 1 ay yemek istemedi. Israr etmedim, ama her gün denemeye devam ettim. Daha sonra alıştı. Şimdi herhangi bir problemimiz yok. 
  • Bir yaşından önce bal, inek sütü, yumurta akı gibi bazı alerjik besinlerin verilmesi kesinlikle önerilmez. Carlos González, yumurtanın sarısının da bir yaşından sonra verilmesini öneriyor. Belirttiğine göre, haşlanırken yumurtanın beyazındaki maddeler sarısına karışıyormuş. Mesela balık da alerjik bir yiyecek olmasına ve bir yaşından sonra başlanılması önerilmesine rağmen, doktorumun önerisiyle ben 9. ayda somon balığı yedirmeye başladım. Alerjik bir reaksiyon gelişmedi çok şükür. Ama bazen risk almak gereksiz olabilir. Norveç Astım ve Alerji Derneği tarafından hazırlanan gıda alerjisine ilişkin Türkçe bir kitapçık var. Hangi besinlerin alerjik olduğunu göstermesi bakımından okumakta fayda var diye düşünüyorum. Bu bağlantıdan ulaşılabilir. 
  • Devam sütünü tavsiye etmiyorum. 


Sağlıcakla kalın...



22 Ocak 2015 Perşembe

Çocuklarla Konuşurken Eylem Dili Kullanmak, Davranışa Odaklanmak Gerekiyor

Adem Güneş, takip ettiğim yazarlardan bir tanesidir. Kitaplarının hemen hepsini okudum. Aksiyon'daki yazılarına da ara ara bakıyorum. Bu aralar okulda eğitim nasıl olmalı konusunda yazıyor. Aksiyon'da yer alan Edinerek Öğrenmede Eylem Dili Kullanmak başlıklı yazısında çocukla nasıl konuşmak gerektiği konusunu örnek vererek anlatmış. Son dönemde insanlarla iletişimde "sen dili" yerine "ben dili"nin kullanılması tavsiye ediliyor. Bir davranış karşında "sen yanlış yapıyorsun" yerine ne hissettiğimizi, mesela "üzüldüm" dememiz gerektiği ve bu dilin kişinin bizimle empati kurmasını kolaylaştıracağı belirtiliyor. Ancak, Adem Güneş çocukla konuşurken "sen dili"nin çocukta suçluluk duygusu yarattığını, "ben dili"nin ise çocuğun kendisi gibi olmak yerine ben dilini kullanan yetişkin gibi olmaya çalışmasına, yani başkalarına göre hareket etmesine neden olacağını belirtiyor. Bu nedenle, çocukla konuşurken çocuğun yaptığı davranışa odaklanmalıyız. "Bu davranış doğru değil" demeliyiz.

Bu konuda  okuduğum en iyi kitap A. Kadir Özer'in Serap Özer ile birlikte yazdığı "Çocuklar Bizden Biz Çocuklardan Öğrenirken" kitabıdır. Çocukla konuşurken, çocuğun doğrudan şahsına yönelik sözler yerine davranışa odaklanan sözlerin kullanılması gerektiğini ifade ediyor. İnce bir kitap, ancak başlangıç bölümü çok akıcı olmayabilir. Her cümleyi iyice anlayarak okumak gerekiyor. Sonra giderek akıcılaşıyor. Ama benim çok faydalandığım bir kitap oldu. Bu kitabı okuduğumdan beri oğlumla konuşurken bol bol "Bu hiç hoş bir davranış değil" diyorum. O da bir daha yapıyor, bakalım aynı fikirde miyim diye test ediyor :) 

Görüşmek üzere...