11 Şubat 2015 Çarşamba

Eğitimde Ödev Sorunu

Okullar henüz açılmışken bugün gelen kar tatili ve Selçuk S. Şirin'in eğitim üzerine twitleri bugünkü yazıma ilham oldular. Çevremdeki ailelerden gördüğüm kadarıyla ilkokul döneminde en sıkıntılı konu ödevlerin yapılması. Okul çağında çocuğu olan arkadaşlarıma ya yapmıyorsa bırak üstüne düşme dersem, yanıt olarak "seninki okul çağına gelince seni de görürüz" cümlesi geliyor. Halbuki genel olarak başarılı bir okul hayatı olan ben ilkokulda son derece başarısızdım. Şimdi geriye dönüp baktığımda aslında bir okula uyum sorunum olduğunu görüyorum. Benden büyük kardeşlerim vardı. Okula başlamadan onlardan hevesenip bir defter edinmiştim, onlara bir cümle yazdırır alt satıra da aynısını kendim yazmaya çalışırdım. Hatta "Sibel ile Kuzucuk" kitabını muhtemelen sürekli okutmaktan ezberlediğimden okuyabiliyordum. Annem 1'den 100'e kadar saymayı öğretmişti. Düşünüyorum da aslında evde farkında olmadan bir anaokulu eğitimi almışım.

Okula başlamak konusunda çok hevesli değildim ama. Babamın benden büyük kardeşlerime derslerine çalışmaları konusundaki baskısından biraz ürkmüştüm sanırım. Babam okumak istemiş, ama babası izin vermemişti. O yüzden okumak içinde kalmış, çocukları okusun diye de kendini hırpalamıştı. 

İlk gün ilk dikkatimi çeken şey çocukların çoğunun anne ve babalarından ayrılırken ağlamaları olmuştu. Anlam verememiştim, ağlayacak ne var ki diyordum. Sonra öğretmen muhtemelen kalem tutmayı öğrenmemiz ve el kaslarımızı geliştirmemiz için defterlerimize düz çizgi çekmemizi istedi. Benim için çocuk oyuncağı idi. Hemen bir sayfa her satırı dolduracak şekilde düz çizgi çektim. Öğretmen sınıfı dolaşıp yaptıklarımıza bakıyordu. Ben takdir edilmeyi beklerken, doldurduğum sayfanın üzerine kırmızı tükenmez kalemi ile kocaman bir çarpı işareti (siz deyin X) attı. Sonra başka bir sayfaya aynı çizgileri satır atlayarak yapmamı göstermek için, ilk satıra 3 tane çizgi çekti, sonra satır atlayıp 2 tane daha çizgi çekti ve böyle yap dedi. Bu görüntüler halen capcanlı bir şekilde hafızamdadır. Bir öğretmenlik yaklaşımından ne kadar uzak! Amaç çocuğun çizgi çekmesini sağlamak, defterinde çizgilerin daha güzel görünmesini sağlamak değil! Her işte bir hayır vardır ya çok kalabalık olduğu için sınıfı  böldüler. Böylece hayatıma damgasını vuracak, gerçek anlamda bir öğretmen olan ilkokul öğretmenimle tanıştım. Ama uyum sorunum uzunca bir süre devam etti.

Birinci yaz tatilimin sonunda ablam okumayı unuttuğumu fark etti. Yaz tatili boyunca hiçbir şey okumamıştım ve okumakta zorlanıyordum. Ablam okullar açılmadan önceki 15 gün boyunca çalıştırıp tekrar okumayı öğretti. O dönemde "Ayşegül ve Kuklaları" kabusum olmuştu. Okumaktan nefret ediyordum, çünkü her sayfadaki yazılar oldukça uzundu. 

Ödevlerimi yapmadığım olurdu. Öğretmen sanırım her zaman ödevlerimizi yapıp yapmadığımızı kontrol etmiyordu. Annem de belki sadece ödevini yaptın mı diye soruyordu, ama yapıp yapmadığımı kontrol etmiyordu. Bir keresinde yine ödevimin yarısını yapmış yarısını yapmamıştım. Ertesi gün öğretmen ödevleri kontrol etti. Ben tahtaya kaldırılıp "tembel çocuk" şarkısının söylenmesini göze almıştım. Aman ne olacak şarkıyı söylerler yerime otururum diyordum. Önümdeki sırada oturan çalışkan ve ödevlerini her zaman yapan bir çocuk da o gün yarım yapmıştı sanırım, öğretmen tahtaya kalkmasını söyleyince ağlamaya başladı. Ben bunun için neden ağlıyor diye gene şaşırmıştım. 

İlkokul ikinci sınıftayım. Meşhur uzun kenar kısa kenarın iki katı olduğu matematik problemlerini yapamıyordum. Yazılılardan da genelde başarısız ya da geçer alıyordum. Babam ablamdan beni çalıştırmasını istedi. Ama belli ki canım çalışmak istemiyor ve kendimi veremiyorum. Ablam devamlı olarak, uzun kenarda kısa kenardan iki tane var diyor ve bana neymiş diye soruyor. Ben de her seferinde "uzun kenardan kısa kenarda iki tane var." diyorum. Ablam gerilmeye başladı, ben de içimden bir önce söylediğinin tersini söylesen kurtulacaksın, tersini söyle diyorum kendi kendime. Ama tersini söylüyorum diye düşünerek her seferinde "uzun kenardan kısa kenarda iki tane var." diyorum. Ablam 10 kez anlatmıştır. O geriliyor, ben geriliyorum. En sonunda sinirlenip ders çalıştırmayı bıraktı. Sonra başka bir kardeşim anlatmaya başladı. Sonuç yine aynı. Kendi kendime kızıyorum, yahu bir önceki söylediğinin tersini söylemek bu kadar zor mu diyorum, söyleneni ezberlemeye çalışıyorum. Ama olmuyor. Sürece babam da dahil oldu. Dört-beş kez de babam anlattı. Sonra yakamı nasıl bıraktılar hatırlamıyorum. Bir şekilde ya doğrusunu söyledim ya da kafamın çalışmadığına karar verip benle uğraşmayı bırakmış olabilirler :)

Üçüncü sınıfta ders notlarım düzeldi. Ama hatırladığım kadarıyla ben yine fazladan ders çalışmadım. Sanırım sadece okula alıştım ve bir de beni kendi halime bıraktılar sanırım. 

Bunları neden anlattım. Bir kere bize verilen ödevleri yapmak saatlerimizi almazdı. En fazla 1 saat diye hatırlıyorum ki, benim ona rağmen yapmadığım olurdu. Şimdi saatlerce sürüyor ödevler ve bu kadar çok ödev insafsızlık. Nitekim, Selçuk S. Şirin yazılarında ilkokul döneminde ödevin faydasının çok fazla olmadığını istatistiklerle anlatıyor. Bir de 15 tatillerde veya yaz tatillerinde çocuklara ödevler verilmesi saçmalık.  Bizim dönemimizde bu tatil ödevlerini yapanlar azınlıktaydı ve öğretmenler de yapanlara aferin der, yapmayanlara hiçbir şey demezdi. Ben de yapmazdım, ama ilk gün yapmamanın sıkıntısını da çekerdim. Oku denilebilir en fazla, ama ne olursa, kitap olur, çizgi roman olur, ne olursa olur. İkincisi, öğretmenler ödevlerimizi yapmadığımız için velilerimizi çağırmaz, onları suçlamazdı. Ancak, bir çocuk çok yaramaz ve öğrenemiyorsa çağırırdı. O zaman velin gelsin denirdi. Üçüncüsü, şekilci olmaya gerek yok, amaç öğretmek olmalı. Ne şekilde yapıldığı çok da önemli olmamalı. Benim ilk öğretmenimin defterime çarpı atması gibi bir uygulama ancak çocuğu okuldan soğutur. Dördüncüsü, çocuk iki kez anlattığınız halde anlamıyorsa ara verin, sıkılmış demek ki. Beşincisi, ödevlerini yapması için baskı yapmayın, çocuğu ödev yapmaktan soğutursunuz. Ödev onun sorumluluğu. Birisi bir şeyi bana ne kadar çok yap derse, ben o kadar çok yapmak istemezdim. Altıncısı, ilkokul öğretmeni çok önemli, çocuğun okulla ilk tanıştığında karşılaştığı öğretmen okul hayatındaki başarısını ciddi şekilde etkiliyor. Eğitim dönemiyle ilgili her şeyin temeli ilkokulda atılıyor. Son olarak, okul öncesi eğitim çocuğa katma değeri en yüksek eğitim dönemi, es geçmeyin, ciddiye alın!

İyi bir kar tatili diliyorum...



Bu konuda daha fazla okumak isterseniz:



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder